29 Aralık 2011 Perşembe

yolculugun birinde bir arkadaş "Allah, tanrının belasını versin" dedi. haklıydı...

27 Aralık 2011 Salı

Ters Takla

Sigaranın çıtırtılarında gelen güzel tütsü kokuları transa geçmeme yardım etmek ister gibi. daha az korkarak; seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum. kızıl saçlı güzellik, gece saçlı dilber, kırmızı gözlerin ölüm andı içtiriyor birmilyon birinci kere bana. nefes almak zorlaşmasaydı seni düşünürken, inan bırakmazdım bir saniye dahi seni düşünmeyi...

Git kendini çok kovdurmadan

git başımdan sevgili...
Kendimi üzmek için sana ihtiyacım yok benim

Zengin ve Güzel

İçinde bulunduğum ortamdan mütevellid zengin kızlarla pek fazla karşılaşmaktayım. Bu haseble, aklıma bir soru takıldı. Acaba zenginlik ve güzellik arasında bir bağlantı var mı? işçi sınıfı gardaşlarımı üzecek bir cevap buldum malesef. Evet güzellik ve zenginlik doğru orantılı!
Zengin insanların aynı zamanda güzel olmalarını iki temele dayandırıyorum; Öncelikle, zengin olan erkekler eş seçiminde kriter olarak genellikle güzelliği göz önünde bulunduruyorlar. Ve güzel kız bulmakta çok da zorlanmıyorlar. Haliyle, güzel olan anne adayları da kendilerine benzeyen güzel kız evlat yetiştiriyolar. Bir nevi safkana doğru gidiyor bunlar. Çünkü, soyağacının başındaki zengin erkek o kadar yakışıklı olmayabilir. Fakat güzel analardan doğa doğa,nesilden nesile güzellik geçebiliyor. Nazi sen haklıydın!
İkinci sebebe gelince, zengin olan aileler çocuklarının beslenmelerine, yemelerine içmelerine dikkat etmekle kalmayıp aynı zamanda herhangi bir sağlık problemi karışısında da tıbbi müdahalede bulunabiliyor. Mesela, beslenme yönünden bakcak olursak, zengin bir kız çocuğu, dengeli beslenmesi, çeşitli vitaminleri yeterli alması hasebiyle fiziksel yönden bir üstünlüğe kavuşuyor. Kargacık burgacık ufak tefek kızlara pek rastanlmıyor. Tabi kronik hastalıkları saymazsak. Bu genç kızımız gençlik dönminde de yeterli parayı bulduğu için ayrobiktir neyimdir yapıp fiziksel üstünlüğünü daha da üst seviyelere çıkarıyor. Gerekirse yazın maldivlere gidip güzel güzel e vitaminini tenine nüfuz ettiriyor. Harikasınız bayan! Tabi bu zenginlik olayına estetiği dahil etmiyorum. Belki çocuklukta geçirilen ve burun kırılması gibi ufak tefek fiziksel bozukluklara derhal müdahil olunup güzelliğe güzellik katıldığını da es geçmemek lazim.
Zengin olup da çirkin olabilmeyi başaranlar da var. İstistnalar daima olmalı. Kahrolsun bilim.

dil istibdattır

milleti millet yapan alamet-i farikladan birisi de dildir. Bunu herkes takdir eder. Tabi bu milletti millet yapma nedir? kime göre millettir? bu arada millet nedir? klasik tanımlardan biri aynı toprağı, aynı dili, aynı ırkı, aynı kültürü paylaşan, ortak amaçları olan topluluklar millettir. Palavra. Bunlardan hiçbiri milleti tanımlamaz.
Özellkile ortak dil kullanımı. Neden bir millete mensup olmak için dil birliği olsunki? Türk olmam için neden Türkçeye ihtiyacım var. Ya da İtalyan olmam için niye italyacana bilmeliyim? El cevap: böylelikle insanlara anlaşıp derdimi anlatabileceğim. O zaman bir milletin millet olması için tuvalet kağıdını kullanmalarını da şart koşalım. Çünkü o da toplumun ortak değeri ve insanların birbiriyle anlaşması için şart. Zira, kokan bir toplum bireyi, toplumdan er ya da geç kopacak demektir.
Dile sürekli vurgu yapılmasının sebebi, ortak bir dile sahip olan toplumun yönetilmesinin kolaylaşacağı içindir. Klasik bir şekilde "sakın sürüden ayrılma, yoksa kurtlar seni yer" politikasıdır. Eğer içinde yaşadığın toplumun dilini bilmiyorsan bu demektirki, o milletin TV, radyo, gazete gibi iletişim organlarından faydalanamayıp, oy kullanamayacaksın demektir. Çeşitli medya organlarıyla, devletler, partiler, ideolojiler sana fikirlerini aktaramayacak, sende matrix te dolanan bir virüs olarak kalakalacaksın. Çünkü, devlet eğitiminden geçemeyecek, yontulmamış bir yonga olarak toplumun böğründe kanayacaksın. Fuck off be abi. Türkçe bilen bir türküm. Ama az sonra kafamı duvara çarpsam ve türkçe konuşma yetimi kaybetsem, ben yine türkümdür.
Devletler neden resmi dilleri çoğaltmaktan korkar, neden sürekli tek bayrak lafının yanına "tek dil" de koyulur.Çünkü senden korkuyorlar. Toplumun kurallarıyla yoğrulmanın ve bir ideolojiye ait olmanın yegani yolu olan dil aletini yok edersen topluma adapte olmaz, ve bir tehdit hale gelirsin. Çünkü sen başkasındır yabancısındır. Aslında bu konudaki en çıkıntı örnek yahudilerdir. Nereye giderlerse gitsinler, kapalı kilit bir topluluk rolünü üstlenmişler ve kendi dillerini de yanlarında taşımışlardır. Gittikleri çoğu yerden kovulma sebeplerinden biri de budur; gittikleri yerlerin dilini adapte etmeyip sistemin dışında kalmaları.
Bu açıdan islam dininin bütünleştirici unsur olarak dil kullanması harika birşey. İslam bir ideoloji olamayacağından, onun dile yüklediği anlam bambaşkadır. İster fransızca konuş, ister çince islam için önemli değil. Allah'ın seçtiği dil etrafında bütünleşmek ve bu dili dünyanın her yerindeki müslümanlar için ortak bir iletişim aracı kılmak müthiş bir hadise. İnanıyorsan üstünsün. dil, ırk ayrımı yapmaya gerek yok. Sen yine istediğin dili kullan.
ne mutlu türküm diyene

26 Aralık 2011 Pazartesi

at gibi

Sen beni öpünce, bir at şahlanıyor içimde
at binemiyorsan sevgilim
gel bana yazık etme...

25 Aralık 2011 Pazar

Bana neden parayı böyle savuruyorsun diye soruyorlar, öyle bişey yapmıyorum, sevmediğim şeyden çabuk kurtuluyorum sadece ...
Tekrar düşün hayatım, Saçmalamak büyük zeka ister ...
Dar kot pantalonla, çekyatın üstünde gündüz uykusunu dalmak gibi hayat bazen,uyku tatlı ama sıkıntı büyük.
Çoğu Şaka söylenememiş gerçeklerdir ...

24 Aralık 2011 Cumartesi

kış şiirleri

karanlıkta karşılamak için seni
ışıkları kapattım.
ve pencereden gelişini seyretmek için hazırlandım
bir sigara dumanında resmini çizerken
hissettiğim dudağım acı kahvede
rüyama girdin adsız sapsız bir kahvede
istesem özlerdim seni,
anne hava soğuk biliyorum,
ama kimse tembihlemedi,
unuttum atkımı almayı.
evlerin damlarını gökyüzüyorum
gece gözlerin, melek karlarda çok
belli oluyor.
yani bir dinamati ağzıma tepmek
oluyor gözlerini düşünmek;
ısınmak için fitili
tutuşturmak geçiyor bir ömrü
içimden
ve saydamlıkların kristalleşmesi oluyor
gözyüzümde hava.

21 Aralık 2011 Çarşamba

"inanmak" yapılması en zor fiillerden biri. İnandiğın şeye gerçekten inandığını nasıl anlayacaksın çözmüş değilim. İnanmamak, ya da inkarsa çok kolay. yok deyin, inanmadım deyin, bak nasılda rahatladın. belkide günümüz hazırcılığında ateismin tavan yapması da bu nedenledir. İnandığını sanmak en kolayı değilmi. aslında inanmak o kadar zor, o kadar zor ki, işte bu yüzden "la ilahe illalah" diyen herkesin kurtulacağı söylenmiş. Sen bu cümleyi inanarak söyle yeter. Ama nasıl? nasıl? bu sözü söyledim, ve sonra birine küfrettim. yani müslümanlık sıfatını kirlettim, verdiğim ahti tutmadım, döneklik ettim. Peki bunu yaptım diye kafamı kırdım mı? yemekten içmekten kesildim mi? bu ne yaman çelişkidir. Önümde balkon gibi göbekle tuttuğum oruçlar kabul müdür? ben şimdi inandım mı? o
    O kadar koşuşturmanın arasında kimse fark etmiyor mu? Uğraştığımız herşey bir toz bulutu gibi dağılıp gidecek. bir bilgisayar oyununun sonuna gelen şovalye gibi, ya da manager gibi dımdızlak kalacağız sonunda? herşeyi yaşadım daha da yaşayacak birşey kalmadı diyemem. Dünyanın sonu gelsin ölmek istiyorum diyen pessimist amacsız insanlar gibi de diyemem. bazen her uğraş bize oyalanacak bir oyuncak gibi takdim edilmiyormu. Ben hakikati görüyorum da niye hala didiniyorum. Kimse sonunu düşnmüyor mu? herkes gerçekten "arkamızdan gelecek yeni nesillere güzel bir dünya, üstün bir millet ya da süper bir miras bırakmak" amacına inanıyor mu? yani kimse kendini kandırdığının farkında değilmi? nası boktan bi meseledirki bu,.en fazla 60 yıl ( onunda son 20 senesi hastalık dolu) yaşayaağımı unutuyorum. Umursamıyorum! sevinçlerim hüzünlerim niye? napmalı be Kamil sen söyle. Nası olmalı, nası inanmalı, nası davranmalı. Kamil ben bazen çok yalnız hissediyorum.milyar dolarları olan bir insanmışım gibi aşağılık hissediyorum kendimi.herkes bir noktaya geliyor,ve orda dayanamıyor gambazlamanın cazibesine kapılıyor. gambazlanıyorum, gökteki kuşların kakası kadar çok. herkesten şüphelenmeye başladım. galiba bende ispiyonladım kendimi.benim gibilerin kalbine kazık çakılmalı, beyni çıkartılıp kireç çukuruna atılmalı ve bedenim yakılıp geri dönüşüm kutusuna atılmalı küllerim.gerizekalıdan daha gerizekalı bir kelime yok türkçede. doktor günde 5 öğün küfür tembihledi. sikim senin avradını

18 Aralık 2011 Pazar

karpuz

http://www.youtube.com/watch?v=EYiDELUIDfI&feature=youtu.be

"meftun" kısa film

http://www.youtube.com/watch?v=ryU079HWTmI

"meftun" çekim hataları

http://www.youtube.com/watch?v=RWzRlANyEUA&feature=g-upl&context=G2df1933AUAAAAAAACAA

"acib" kısa film

http://www.izlesene.com/video/acib/358038

brucia la terra

akdenizin güzelliği üstündeydi görüş alanıma girdiğinde. Zeytin dalları ellerinde ve zeytin gözlerinde yansımam vardı. Bakışlarını okuyabiliyordum. imkansız bir aşk olmadığını ilk baktığında anlamıştım.Gözlerin gülümsemesi ne demek, o zaman anlamıştım tam manasıyla. Bu sıcak akdeniz ikliminde seni gördüğüme ne kadar sevindiğimi uçamayan bir kuşun tam düşmek üzereyken kanatlanmasıydı. Seni vuracaklardı biliyorum. çünkü bunu benden baban istedi. Tabi gönlünü çalan kişinin ben olduğunu bilmeden. Koskoca italyan mafyası seni öldürecek silahı yapmam için beni bulmuştu. Bana söylediğin ilk sözleri hatırlıyor musun; "Tu vuò fà l'americano". Evet haklsın, nolmuş zaten ben de çok iyi taklit yaptığımı söyleyemem.
Babanın karşısına çıktığımda bana söylediği ilk söz ise ;"Ex Gladio Equitas"; Adaleti kılıç sağlar oldu. Belki de haklıydı. İnsanoğlu binlerce yıldır adaleti kılıç ve türevleriyle sağlamaktaydı. Babanın adaleti sağlaması için şimdi de benim bir adalet kılıcı inşa etmem gerekiyordu. Ruger Mini-14 tüfeğini çıkararak babana gösterdim. bununla  2 mil mesafede herkesi vurabileceğini söyledim. Üzerinde biraz daha değişiklik yapıp kurşun hızını da ayarlayabilirim dedim.
Bende tasarladığım silahın seni vuracağını bilmiyordum aslında. İnsanlar ölmek zorunda kalırsa ölür sevgilim. Bunu benden daha iyi biliyorsun. Ve ben aynaya baktığımda kırışmış zeytinler görmek istemiyorum. Aynanın ötesine geçbilrsem, gökkuşağının ardında ne var  bulabilirim. tıpkı çocukluğumda düşlediğim gibi.
Belki de farklı şartlarda tanışmalıydık. Ben yeteneklerimi mucit bir makine mühendisi olmak için kullanmalıydım. Belki de suyla çalışan arabaları ben bulurdum. Sen de benim üniversitemde doğu dilleri okuyan bir öğrenci. Mezuniyet törenine beraber giderek hindistana satacağımız yeni bisiklet motorları üzerinde konuşabilirdik senle. Aşk her zaman böceklerin çiçeklerin dünyasında geçmiyor sevgilim. Biraz iş konuşmalıydık. Derisini ne kadarını gösterirse, o kadar fazla güzel olacağını düşünen kızların bakışları ve kıskançlığı arasında piste çıkartırdım seni yeni filizlenmiş bir dal kadar nazenin olan elini tutarak. Buna inanabiliyor musun. Eğer bu dağ başında doğmamış olsaydın şehirli bir Marla Singer olabilirdin. O zaman çözmemiz gereken tek dilemma bendeki beni öldürmek oluyordu. Havaya aşırı miktarda salınan "seni seviyorum"lar ozan tabakasının delinmesine neden olabilirdi. Umrumda değil, uzayda yaşayabilmek için oksijen üretebilecek, ve deniz altında kullanıma geçirdiğim bir motor icat etmiştim ben çoktan. Tek yan etkisi biraz baş ağrısı yapması o kadar.
Malesef bu cehennemdeydik ve ben seni vurmak üzere olan adamı seyrediyordum şu an. ve seni... tepelerin ardından aşmış bir ay ışığı yansıyordu adeta teninde. Ama cehennemin varlığını ne kadar inkar etsen de sevgilim o vardı karşımda duran izbandud da zebanilerinden biriydi. Ve her zamanki klişeyle ayrı dünyaların insanıydık. Belki babanla aynı dünyayı paylaşıyorduk fakat baban tipim değildi bir kere. baban iki aile arasındaki barışı sağlamak istiyordu bunu anlayabiliyorum. ama barışı sağlamaya çalışan insanlar en büyük günahlara bulananlardır aslında. Bu satırlarla tarihten kaçıp gelecekte yaşamak istiyorum. Ne kadar mantıksız. sırtına bir sopabağlanmış ve sopanın ucuna havuç sarkıtılmış tavşanlar gibi boşuna koşuyordum geleceğe doğru. Geçmişi atlatmadan geleceğe gitmek imkansız, ve ben bunun için bir makine icat edemedim henüz tabi gözlerini saymazsak. Gözlerin beni milyon ışık yılı ötesine götürüp getirebiliyor sevgilimi. bunu senin bilmemen bana kaçak yolcu muamelesi yapmayacağın anlamına gelmiyor. Bidaha serni göremeyeceğimi bilerek uzaklaşıyorum şimdi burdan arkada fethedilmemiş bir ülke bırakarak. Bir de kızıl saçlarını kızıl deniz gibi ikiye yarıp beni onlarda boğmak için taradğını biliyorum. Sen taradıkça ben boğuluyorum dağılan buğday tanesi kokulu saçlarında. Adam tetiği sana doğru doğrultup dürbününden sana nişan alıyor işte. Korkma ölmeyeceksin sevgilim. Çünkü düzeneği ters yaptım. Yani adam tetiği çektiğinde aslında yüzünü bir milyon nar tanesi parçaçığına çevirecek. Ve şimdi gitmeliyim, sakın babandan korktuğmu zannetme. gitmeliyim çünkü ay havada yanar bir göz oluyor nargileme düşmesinden endişe ediyorum. Aşkımız sınırsız matrixler örgüsü olsun istemiyorum sevgilim. Bu yüzden gidiyorum. Hoteline gittiğinde aynada yansımana baktığın zaman, iliştirilmiş bir şiir bulacaksın orda. Aşkmız orda son bulacak sinyorita;
Bana tetiği çekmek üzeresin
ama ben biliyorumki ve belki bütün fizikçiler
bakışların kurşundan daha önce ulaşacak bana
o zaman beni vurmadğını anlayamayacaksın,
çünkü bu kurşun ben ölmeden yirmi 3 yıl sonra saplanacak
sen o zaman uzayan bir akdeniz olacaksın.
ben cesedimi mezarkabul noktasında bekletirken
plaka koyduğun müzik çalacak:
la vita bella,
buluşmak orhan gencebayın şarkılarına kaldı sevgilim

15 Aralık 2011 Perşembe

Müslüman ve Para



Artık yazmadan edemeyeceğim ... bu söylediklerim haddini aşabilir ama bende oluşan kanıyı aktaracağım.
Müslümanlığı öne atan orta yaş insanlarda, paraya karşı ilgi daha da artıyor diye düşünüyorum.
Yani evet adam namazını kılıyor, evet zekatını veriyor, evet hacca bile gidiyor, ama bir türlü para sevdasından kurtulamıyor. Özellikle ticaretle uğraşanlar, daha acımasız kapitalistler olup çıkıyorlar.

Örnek bir diyalog :

A: Bizim bir arkadaş 6 milyara araba almış, aynı ay içinde bir öğrenciye 9 milyara satmış, araba çok iyi bir araba değil ..

B: (Ki müslüman geçinen oluyor) :   Eee ne olmuş?

A: Sonra bizimkinin vicdanı sızlıyor gidiyor arabayı çocuktan geri alıyor, pahalı sattığı için. Bu durum çok insaflı, çok hoşuma gitti ..

B:  Kusura bakma da o arkadaş biraz enayiymiş ... Ticaret bu sonuçta, araştırsaymış alan ...

A:  (......) Nası yaa

Şu diyalogu okuyanlar bilmiyorum hangisini haklı bulurlar. Ama ben müslüman adamın parayla olan ilişkisini çok kirli buluyorum. Tamam ticaret yapılsın, zengin olunsun islamın hiçbirine itirazı yok, ama para önem verilen bir meta haline gelmesin.

Mahallemizde hacı bakkal, her zaman çikolata çalınmış mı diye, sayardı çikolataları tek tek. Hacca gitmiş diğer akrabalarımın da cimri boyutuna ulaşabilecek bir para ilişkisi olurdu. Belki bunlarda çok etkilendim, ama son karşılaştığım olay, bu yazıyı yazma ihtiyacını bana hissettirdi. Türk filmlerindeki paragöz hoca imajını hep eleştirmiş bir insan olarak, benzer hikayaler duymak beni gerçekten üzüyor. Diğer yazar arkadaşım, amansızzamansız no#2 ne düşünür bu konu hakkında bilmiyorum ama, hepimiz bir nebze olsun düşünelim, bakalım bana katılacak mısınız? Yoksa sadece bir kuruntudan ibaret mi sayacaksınız ...

Müslüman ve para, olmuyor olmuyor .. ya bişeyler eksik ya bişeyler fazla ..

4 Aralık 2011 Pazar

2 Aralık 2011 Cuma

şişmanlara karşı önyargılayım

bir kaç sebebten dolayı şişmanların başaralı olmayacağını düşünüyorum:
1. şişmanların şişman olma sebebi kronik bir hastalıktan değilse çok yemektendir. eğer bir insan çok yememek için iradeye sahip değilse, bi işi başaracak iradeye de sahip değildir.
2. Şişman insan genelde az enerji harcayan insandır. Hareketi sevmeyen insanların tembel olması hasebiyle, bir işte dikiş tutturamayacaklarını düşünürüm.
3. Şişman insanlar bekleyerek değil hızlı bir şekilde yedikleri için sabırsızdırlar. Sabırsız insanın da bir işi sonuçlandırması zordur.
4. Fiziksel olarak şişman insan, şişman olmayan insanlara göre daha çabuk hastalanabileceği için(solunum yetmezliği, tıknazlık, uyku bozukluğu gibi) işlerinde yada okullarında başarılarının sekteye uğraması mümkündür.
5. Yine fiziksel olarak, çeşitli işlerde hızlı davranamadıkları için, ya da sadece masa başı işlerde işlevlerini tam yerine getirebilecekleri için, farklı tip işlerde yine başarı elde edemeyeceklerdir.
6. Çok yiyen insanın sindirim için çok kan dolaşmının daha çok çalışmasına, dolayısıyla daha çok dinlenmeye ihtiyacı olduğu için, fazlasıyla uyumaları da böyle şeylere sebep olur.
7. Bu bir sağlık yazısı olmadığı için tıbbi meselelere girmiyorum.
8. şişmanların kendilerini pek beğendirme çabası olmadığını var sayarak işlerine de özen gösterebildiklerini sanmıyorum.
9. Bu saydıklarımın ırkçılıkla hiçbir alakası yok. En nihayetinde şişmanlık bir hastalıktır.
10. AIDS'li insanların da çok masum olduklarını düşünmüyorum açıkcası. İncir receli dahil.
Not: Gittikçe şişmanlıyorum

istersem aşık olabilirim 2

seni seviyorumdur çünkü, gözlerin, daima içine zıplamak istediğim ucsuz bucaksız uçurumlar. Aslında gün batımında Ayers kayası gibi parlayan kayalıklıklar da diyebilirim. Seni seviyorumdur çünkü, rock muzik dinlerken liseli ergenler gibi resmini hayalimde canlandırabiliyorum. Duman dinlerken seviyorumdur seni. Inan bana seni seviyorumdur. İlk öpüştüğümüz yeri seviyorumdur mesela. Bana yedirdiğin eriğin tadını da seviyorum. ne diyorduk, hea, evet gözlerin. Unutulmaması gereken şeyler arasında değil gözlerin. Unutamadığın bir çift gök yüzü olsaydı, ve güneş doğmuyor olsaydı gökyüzünde, işte ona gözlerin diyebilirim. Ne yalan söyleyeyim, istersem aşık olabilirim. Şimdi sana aşık olma arefesinde yapılması gerekenler listesini sunacağım. Aşık olmadan önce oruç tutar insan, yemekten içmekten kesilir. İbatedtlerini yapar kıbleye dönelim insan. Sende bir mekkelik var sevgilimi. Boynum baykuşlar gibi senin gittiğin yöne yamuluyor. Quentin tarantino filminden çıkma bir azılı gangster pataklasaydı beni sevgilim, inan anca bu kadar yorgun hissederdim.

1 Aralık 2011 Perşembe

istersem aşık olabilirim

seni seviyorumdur, bunu zaten biliyorsun. seni seviyorumdur. Çünkü, belinin kıvrımları, nargilemin dumanının kıvrımlarına benziyor ve sen duman gibi karşımda süzülüyorsun her nefes verişimde. Fakat her nefes verişimden sonra nefes alamayışımda. Seni seviyorumdur. çünkü saçlarının siyahı, djarumun siyahıyla aynı.Yada djarumu seviyorumdur saçların kadar siyah oldugu için. Yada saçını boyattığın boya markasını seviyorumdur...
güzelliğini yine uzaktan görebildim. aşkın kıtalar arası bir beklentisi olduğunu sana bakınca anlıyorum. hiçbir şeyin düzgün gitmeyişi, herşeye yanısmasıyla, bazen aşk, bir toplantı esnasında pencereden bakabiliyor bana.  Güzelliğini görmemi sadece gözlerime borçlu olduğumu düşünmek çok saçma. bir güzelliği görebilmenin bir milyon adet paradigması olduğu için, aşk, ne senin güzelliğinle, ne de benim görmemle ilintili. Kelebek etikisine benziyor aslında. Önemsiz saydığımız herşeyin, önemini dökük kelimelerle anlatmak mümkün değil. ama başka bir vasıta geliştirmedikçe kelimeler ve dil vasıtasıyla anlatmak zorundayım, tıpkı güzelliğini harflerden oluşan sistem üzerinden anlatmaya çalışmam gibi.
 Öncelikle, benim hangi coğrafyada ya da hangi tarihte doğduğum senin güzelliğin üzerinde etkili. Zira güzelliğinin de benim doğduğum tarihin yakınlarında oluşması gerekmekte. Hiç aklıma gelmeyen şeyler de güzelliğin üzerinde etkili. Mesela, gençlik dönemimde izlediğim filmler ve bana filmlerde sunulan kadın tipleri önemli. Onların güzelliğini örnek almam, ya da Freud tekine göre, senin güzel olman için anneme de biraz benziyor olman gerekmekte. Dahası, çekik gözlü kızlardan hoşlanıyorsam, muhtemelen karşıma çıkan çekik gözlü kızların çoğunun güzel olması ve bunun üzerine benim yaptığım "bütün çekikler güzeldir" tüme varımı da güzelliğin üzerinde etkili. Yada  bana çok iyi davranan sarışın ilk okul öğretmenim de bu tip bir genelleme yapmama ve ergen bir kişiliğe büründüğümde sarışınlığının bilmediğim bir sebeple bana güzel gelmesi de böyle olabilir.
örenekler sınırsız sayıda olduğu için, en basit bir örnek vererek senin güzelliğini görmemin nelere bağlı olduğunu anlatmaya çalışayım; tercihler
Seninle, erasmus programı dahilinde Hollanda'da tanıştığımızı var sayalım. Benim Hollandaya gitmem için takip ettiğim yol;
öncelikle doğmuş olmak. Doğduktan sonra akıl sağlığımı etkileyecek bütün hastalık ve kazalardan uzak durmam.
-seçtiğim dil bölümünde başarılı olmam.
-öss sınavında 9. sorunun cevabı olan essential kelimesini biliyor olmam. Bunu bilmem için, bu kelimenin öğretildiği 12.10. 2006 tarihli gününde işlenen inglizice etüdüne gitmektense, age of empires oyununu oynamak için internet cafeye gitmeyi seçmemem.
-bulunmuş olduğum üniversitede erasmusla hollandaya gitmek isteyen öğrencilerden daha iyi bir skor elde etmem. Bu demek oluyor ki, o öğrencilerin de ingilizce dağarcığını kısıtlı tutacak hadiselerin yaşanması. Ayrıca, onları Hollanda'ya gitmek istemesini ateşleyecek herhangi motiflerin ortadan kalkması. Mesela Kadir, arkadaşının Hollandalı kızlarla ilgili hikayelerini hiç duymamış olması onun böyle bir girişimde bulunmasına mani olacakti.
- erasmusla gitmeye hak kazandıktan sonra, tercihlerim arasında hollandanın olması.
- karşı komşunun kızıyla, hiç göz göze gelmemiş olmam,
- hollandaya gittikten sonra hiç o, otobüse binmemiş olmam,
gibi etmenleri, sen dahil, bu eylemleri gerçekleştirebilecek herkesin farklı paradigmlarını çizmeleri yada bu etmenlerin çizilmiş olması sana olan aşkımı etkileyen bir kaç milyar etmenden bir kaçı.
seni sevmem, ya da seni güzel bulmam, inan bana senin gerçekten güzel olmandan kaynaklanmıyor...

chapter1

 içeri girip gerekli bilgiyi almam için 182 saniye vaktim var. sonrası paraları cebe indirmek olacak. herşey sistematik. önce Melih Beyin ofisinden arakladığım personel kartıyla içeri gireceğim. İş çıkışına den getireceğim ki kimse görmesin. Sonra da  çaycı sabah abladan aşırdığım anahtarla bilgi ofisine ulaşacağım. tabi bunları yaparken kameraların kapalı olması lazım. yani kısa bir elektirik kesintisi bana iyi gelecek. elektrikler çalışmayacağı için 7 katı çıkmayı 45 saniye de başarmalıyım.
 işte son personel de çıkıyor. hemen işe koyulmalıyım. zemin katta bütün elektirik sigortalarının bulunduğu ana bir hat var. yaaaaaaaaaaaaaaaaaa. çok açım. galiba ertelemek zorundayım.bu böyle kalsın

29 Kasım 2011 Salı

gönderilemeyesi bir ağıtlaşmadır küfür

tam ofisten herkes gitmiş soru kağıdımı hazırlamışım ve demişim hadi şu öğrencilerin projelerine bakayım değerlendireyim. midemin kazıntısı alarm vererekten beni iş yapmaktan alıkoydu. tam o esnada sisli perdelerin arkasından falan olmasa da laptop cantamın içinden "altyazı" dergisini çıkartaraktan onur ünlünün filmleri incelemelerini okudum. işte o anda ilham persi kafama geldi reng. ben yazmaya koyuldum bum. dedimki kendi kendime (düşünme düşünme zaten kim anlamıışki sen anlayasın by teoman) evet dedimki kendi kendime ve en son izlediğim filmin "güneşin oğlu" olması hasebiyle, bu adam küfürleri ne güzel yerli yerinde oturaklı bir şekilde repliklere sıkıştırıyor. işte tam bunu dedim ve "güneşin oğlu ve küfür ritoriği" adlı yazmaya karar verdim. arkadaş blog sayafama girmeye çalışıyorum giremiyorum. yaw şifrem neydi kullanıcı adım neydi çözemedim.o an üzerime bir mallık çöktüğündenmidir yoksa açlıktanmıdır çözemedim ve giriş yapamadım.  Anca işre eve gelip arkadaştan yardım alaraktan şifreye ulaştım.İşte kaderin nah dediğine biz ah demek zorundayız.başka çözümler bulmaya çalıştıkca daha da çözümsüzleşiyor yoksa işler. neyse yazmak nasip değilmiş deyip bu konuyu erteliyor belki de tarihe gömüyorum farkında olmadan yada olaraktan. komutan logar

26 Kasım 2011 Cumartesi

bir bülent ölsündür  bir rus filminin bitiminde;
hançerlesindir beni güzel dilberin elinde;
kalaşnikoflarla tarasındır beynimde
iltihaplanmasın fikirler.
güzel turnalar, kırlangıçlar, kargalar
hepsi bir yer bulsundur rüyalarda;
bülent doğsundur balk kabağının içinde;
annem duymasındır
belki yine gelirimdir;
farklı halet-i ruhiyelerin seyrinde dibe vurup çıkıyorum. tutulası bir elin bulunmaması ellerin kirliliğinden mi yoksa benim kusursuz bir el arayışı içerisinde olmamdan mı kestiremedim. but the latter one seems more reasonable which is why i am crying right now. Besides my moody characteristics, all the efforts to smooth intermingling past and present seem that I am beating the air with my fucking weak fists. Order of things getting more and more confused for me, and the thing is I want to watch some american movie might be really  a resillient disease which has not been discovered by fucking science. I know that ignorance is bliss, but I dont know how to reach at the level of mediating ignorance and dream.

25 Kasım 2011 Cuma

yağmura ve kara kattım seni

Yağmura basa basa yürümek zorundayım, yıkanan toprak kokusunu hafif titreyerek içime çekiyorum. Karaltı ve gölgelerin aceleyle sağa sola kaçıştığı sahnelerden biri. gözlerim birini arıyor. başkaları nasıl hissediyor bilmiyorum ama ben bu durumlarda birilerini arıyor ve insanları süzüyorum. Kitap ve defterlerini başına siper etmiş yağmurdan kaçan üniversiteliler, kara şemsiye ve pardüsüleriyle karartılmış şehirde yürüyen ölüm yiyenler. Contrast ayarı yapılmamış sokak lambalarıyla dolu bir ekran. insanlar neden ölür? hastalıktan? kederden? yaşlılıktan? insanlar bunların hiçbiri olmasa da ölür. İnsanlar doğdukları için ölür.
Elimi  iç cebime atıp Djarum black  kutusunu yokuluyorum. 19. y.y. ingilteresini hatırlatan bir sokak lambasının ışığına çakmak ateşinin ışığına aynı anda maruz kalıyoru keder karası djarum kreteki. İlk dumanı çekiyorken içime gözlerimin ucunda nar gibi kızaran küller beliriyor. Gecenin karanlık çehresini taçlandıran bir hareket. ciğerler doluyor aşkla ya dumanla. dudaklarımı çok hafif yaktığını söyleyebilirim size karanfilin. böyle bir etkiye sahip başka şeyler de biliyorum. sen de biliyorsun: dudakların.
ilk nefesi dışarı vermek, puslu geceyle kan kardeşi olmak için kesilen bir damar gibi. dışarı bir efkar yumağı bir tahayyül cenazesi salınıyor dudaklarım arasından. duman kıvırıyor gecenin fahişeleri gibi. geceyse kıvırıyor kafası dumanlı bir zerdüşt gibi. köşe başından bana doğru gelen karanlık adamları tanımıyorum. uzun pardesülerinden olacakki ağır abiler diye düşünüyorum.
ikinci nefes dilimi felçleştiriyor. bıraksam zihnimi felce uğratacak bir yoğunlukta aslında. ama izin vermiyorum. biraz beklemeliyim bir üçüncü nefes için ve yağmurun pistten ayrılıp yerini dans sanatının tacına bırakmasını seyrediyorum. Evet, kar geliyor salına salına endamına doyamadığım. ıslaklık ve viranlık gidiyor yavaş yavaş.  Bir anne bebek arabasını acemice kullanarak şevik manevralarla geçiyor yanımdan. Bazıları var, şemsiylerini paylaşıyorlar yanlarındaki insanlarla. aynı çatıya sokuyorlar kafalarını.
Nikotin ve katran. gittiği yollarda iz bırakıyorlar, ama gittiği yolları açıyorlar arkadan gelsin diye kafein. Bende gelsin istiyorum. üç siyah kutsal geliyor.. Ve gecenin siyahı, ve djarumun siyahı, ve kahvenin siyahına and olsun. Ölüm bakışlı bir yar süzülüyor üçüncü dumanımdan. Artık ayinime dalabilirim.
Adımlarım yavaşlıyormu, yokuşa girer gibi bir his içindeyim, bakışlarım bulanıklaşıyor...
şu sokaktan bir küheylanın nal sesleri geçti, kendisi dumanım kadar dağılan bir yapıda. Bir diğer sokağa girdiğimde çince yazılar ve kandiller görüyorum bir çin mahallesinden kareler yansır gibi. yol kenarlarında küçük sandalye ve tahta masaların olduğu başka bir sokağı geçiyorum ki deniz geçiyor gözümün ucundan. Bazen bursanın sokaklarına ışınlanıyorum, bazen ankaranın...
Sigaranın çıtırtılarında gelen güzel tütsü kokuları transa geçmeme yardım etmek ister gibi. daha az korkarak; seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum. kızıl saçlı güzellik, gece saçlı dilber, kırmızı gözlerin ölüm andı içtiriyor birmilyon birinci kere bana. nefes almak zorlaşmasaydı seni düşünürken, inan bırakmazdım bir saniye dahi seni düşünmeyi.
gökyüzünden inen beyaz meleklerin ardına bakmaya çalışıyorum. aman Allah'ım. Senin mucizen işte orda. kusursuz geceyi sarmış bir karanlıklar örtüsü. bilmek ölmektir lola. batı felsefesinde sana bunu öğretmiyorlar mı. ben de koşmak istiyorum yıldızlar gibi
saatin tiktaklarını duymamak, ve mekanın neresi olduğunu bilmemekle ilintili sonsuzluk sanrılarına kapılıyor bu ölümlü.

sigaramın bitişini anlatmayacağım. çünkü o bitmeyecek diyemiyorum. çünki o bitmeli ki ben anlamalıyım sevmediğim bir dünya daha var. dönmeliyim. ve yasaklı kafelerden birinde kahve içmeliyim.

23 Kasım 2011 Çarşamba

bir murat gecesi otum kaşırken

gündüzleri yazamıyorum.yaz günleri değil. kaşarlı menemeni seviyorum,bir de se ni met then saymıyor. tekkede görmüşler beni. halbuki aynalardan kaçıyorum. bu ara arabalara ilgim var. bir car z uzaktasın bana. söylemediğin selamları ilettim eski müstakbel sevgililerine. nesli tükenmekte olan bütün kalemleri toplattılar. insanlar ne korkunçluklar ne katliamlar yapıyor. tütünü yasaklıyorlar mesela. hemde tavanı var diye. demek evsiz ve tavansızlar içebilir. ve tiryakiler giremez diye bir tabela hazırlamıyorlar.
 insanlar ne korkunç sıklıkta kötü şeyler yapıyor. öğretmenlerim de yapıyor. bir keresinde çay içmeyen insanların arasında kaldım. avuç içlerim terledi, şak ak saçlarım titredi. sen yoksun demek varlığının fiziksel boyutlarını dar açı üçgenlerle hesaplamak gibi geliyor bana. doğru ya, yoktan var ediyor rabbim. insanlarsa varları yok etmek için yarışıyor. ekmek yok dedi geç enlerde ve boylarda bir fırıncı. sıcak ekmek bulamayınca utanıyorum.

djarum'un yapı-sökümcü düşünce ve cognitive skills üzerindeki psiko-analizi

baba seni seviyorum,kendi krallığım olmasa da sen varsın. bide annem var. ama ben djarumu da seviyorum,bir de iki arka ayağı üzerinde şaha kalkmış uçurtmaları, kütük metal ağaçları sevmiyorum; seni sevdiğimi sanmıyorum; senin kadılığını kadınlığına tercih edecek bir tüccar biliyorum. ama çiçek eken yahudi görmedim hiç.bir gün bir ker hanesinde seni görmüştüm. aldırmıyorum karaköyde balıkçılara, ve plastik kovalarda çırpınan balıklar gazte okuyamaz.
bir yiğitliği ispatlanmış dahi eşekler anırmaz.
su yüz derecede kaynar derisi yüzülmeden angusun.
her kar tanesi siyah değildir. gözlerin hariç

Kağıt helvadan kızak çeken dişi moğol

çok mu daralıyorum ne, sokaktan bağıra bağıra bir simitçi şair geçiyor. burda geceler çok siyah, bildiğim tek zeytindi onun da çekirdeği var. Mapusa girmek ister misin? evet. Napacaksın orda: boncuktan kuş yaparım. ya sen: ben gidip evraktan devlet yapacam

sıkıntısız insanlık olguları

tekkenin pazarından geçemiyorum
neden: şeyhi kızı yormuş
bu kuşlar hep böyle.
yatay mı yoksa dikeymi oturasım var
bir bankın köşesindeki gevşek vida kadar
bağlaçım hayata
enseköküm çarpı bilinmeyen
eşittir kareköküme
yolda yürürken türkler tutturdum
sanırım zatüre oluyorum
daha tatlı birşey yok
küflü peynir yemek at sırtında

ney üflemekmemek kıtlığı

Şehre düşen her yağmur yağmalanıyor
şehrin ortasından bir nehir akmıyor
şehir; çok kalabalık
insanlar;çok kalabalıkmak
kalabalık: o da kalababalık
fakirliği şiirle satın alıyorum
akşama bizdeyiz

yıldızları altına alan adam

Yokluğunda az gülüyorum
varlığın da da az gülerdim zaten
sen beni bilmiyorsun
varlığın da bilmez zaten
tunç uyak çabalarım boşuna
raki-balik ve bir buçuk şalgam
Kar-ı özlem yada hasret-i karsız iş.
bildiğim herşey
bilmediğim şeylerin dışında kalıyor
ne tuhaf

çok mübarek saksağan kıtlığı altındaki esenlik

bir şair biliyorum düşkün lüğüyle ünlü atlara
ne zamn yeni bişiyler öğrendiğimi hissetsem
yüreğim titriyor
bir kedi yavrusu dışarda
beyaz atlar da olur
ama kırmızı alfe-romeo ve pizza
bir italyan kız aradaşı soslu
yememek lazım üstüne pilav
bilirsin bana dokunuyor.
pardon çarptım Galiba
seni dağ sandım
kusura bakam

22 Kasım 2011 Salı

seni yaşıyorum

kar taneleri arasında çıktın karşıma, bende karıştırdım seni kristaller arasında. Karanlığın zifiriydi, dokunmak istedim, dokunursam belki de orda olmadığını düşünebilrdim. Nöronlarım beni yanıltabilir diye korkuyordum. Karşımda gölge ve kar karışımı silüetin vardı ve ben ayak izlerini göremedim yerde. Korkuyordum çünkü; gözlerim beni yanıltıyor olabilirdi. Ama asıl korktuğum gözlerimin beni yanıltmaktan vazgeçmesiydi. Korkuyordum che belki de hiç dünyaya gelmemişti. Bir kaç adım attın bana doğru, ellerini o kadar çok tutmak istedimki...
şarap mahzeni karanlığında gözlerin ve karın beyazına karışmış teninde uzunca ısınmak istedim.Çok üşütüyor bu fırtına beni. Botlarım su geçirirken ve titrememek için direnirken yıldızları görmeyi diliiyordum ceplerinde sakladığım. Bir kaç adım attın fakat bir kaç kelam etmedin.Etseydin ben rüya görüyor olurmuydum sence.Karanlık seni saklamak için gelmemişti, karanlık sana bakan gözlerin kamaşmasını engellemek için gelmişti. Üşümekse, sana bakan yüreğimin hararetini dindirmek için. Çok oluyorum ben ve bir çanta dolusu fikirlerim. Denize dökmek için her gidişmde bir kaç sen daha ekleyip döndüm evime. Kahve içmeye gittiğimide, drajeli getirdiler seni,koydular önüme, okulun merdivenleri sana çıkıyordu, yapılan bütün hava tahminleri senin üzerineydi; bugün hava senle karışık yağmur yarın parçalı senli. özledim seni, gökyüzü tahmin ettiğin kadar derin değil ve denizler aslında sığ, ya da bana öyle geliyor hasretimi bunlarla karşılaştırınca. şimdi yıkılıp gitmek ve bir kaç kadeh budalalık içmek isterim. Aklım yelkovanla yarışamaz.çünkü saat seni düşünmeye üç var, ya da saat seni özlemeyi beş geçiyor. dün yediğm yemek senli muhallebi, hani her zamnki cafede

istemek hastasıyım

senin onu içmenin onu meşru kılmayacağını bile bile içmek istemek...
sana acı vereceğini çok iyi bildiğin halde öğrenmek istemek...
Kimsenin duymayacağını bile bile bağırmak istemek...
bir boka yaramayacağını bile bile yazmak istemek...
Cennete gidemeyeceğini bile bile ölmek istemek...
Varamayacağını bile bile yürümek istemek...
satılacağını bile bile güvenmek istemek...
Dikiş tutmaz yaraları örtmek istemek...
yalanlara kanmak istemek ...
seni görmek istemek...
sövmek istemek...
istemek ...
Sen ...

21 Kasım 2011 Pazartesi

içmemeliydim seni diyemiyorum
uktelere bir düğüm daha atmak olacaktı seni tanıyamamak.
yaşanmışların yaşanmışlıklarına inanabilseydim
rüya görmeye devam eder miydim sence,
ki hayalin et ve tırnaktan oluştuğunu düşünmelisin
gördüğün her kabusun bir kimliği var
Şehirler serkeş
ve baykuşlar şehirleri terk etmiş
uluyan bir tek köpekler kaldı geriye;
nereye döndürsem başımı
ucu bucağı görünmeyen sokaklar
ve ne zaman düşsen aklıma
bir yürüme krizi durur çatar bana
bulacağım seni
ardına bıraktığın karanlıkları takip ederek

yazıyorum

yazıyorum, hayatıma ve namusuma. yazıyorum ve satır aralarında ağaç dalları, limon ağaçları görüyorum. eğer adil davranmak için çalışıyorsan adaletin dünyada bulunması zor birşey olduğunu kabullenmelisin. ayrıca köklerini kaynatıp yersen suyunu da sabahları aç karnına içersen adaletin, adalelerine iyi gelir biliyorsun. Sabah kalktığımda her zamanki gibi yanımda yoktun. yine elimi boşluğa fırlatıp tozlara sarıldım belki. ya da bilmiyorum. neyseki her zamnki gibi uyanmak zorundaydım. nasıl anlatırsan anlat babandan harçlık almadan anlat. domates suyu içmelisin. neyse,
Özlemek yetişkin insanların teneffüs araları gibi
dokunduğumda avuçlarımda hissettiğim
dikenleri sivirilmiş bir kaktüs.
ne sımsıkı tutmak
ne bırakıp kırmak
gelmiyor içimden.
Oysa kanatsam ellerimi kanasıya
Anlamak gecikecek dostum
yumşak yastıklarda partizan doğmaz
Kayalara sürtmelisin Yüreğini
ki nasır bağlasın kalbin.
keskin tut beynini
ki seri vurasın.
herşey bitmiş olamaz
akıl odalarının birinde
gizli saklı tuttuğun bir odada
ben varım
sen de biliyorsun. kimse kaçamayacak küçük ve büyük kıyametinden. bu demektirki kıyametin ortasındayız otlayan baykuşlar gibi. Tek gözünü açık tut deccal. Sigaram sönük sönük yanıyor karanlık uçlu dünyada. ve bir kez  ve fakat hepimizin düşeri ortak, network kopunca kıyamet bağlanacak.
çok doğasım var. bi kaç damla ölseydim nolurdu. ya da yüreğime lokal anestezi yapın. yahu öldürsünler beni çok canım sıkıldı. küfürsüz bitireceğim bu muhabbeti söz. ellerim gitmeyecek silahıma bu gece ve küfürlerime. dünyanın en büyük canavarı horror mu yoksa geçmiş mi. çok korkuttu beni geçmiş. bermudalar gibi sardı üç bi yanımı, dibine vurdum mazinin vuramasam da şişenin. vurabilseydim nolrdu diye yakınmayacağım. ama sarhoş olmayı merak ediyorum. her yönüyle çekiyor beni.denedim olamadım. gitsin kafam bi milyon filler göçünde zedelensin beyin zar atayım düş göreyim eşimde. tavlada menemen yapsak senle. siktirin gidin.dayanamadım işte.bilerek yapmadım küfrettim yine. çok çatlayasım var bir yerlde, yeşil baykuşlarla öpüşsek, onların boynu iyi dönüyor.nolur 2-5 yıl az ölseydim. siktir beya, siktir beya, çok fena,  yumurtulardan tekerlek yapıp uçsak mı jüpitere, bi drum çalsak da değerlendirsek durumu. inancın dedğin şeyde kapı tokmakları var vurmalık. ve aşkların ipi elinden kaçan uçurtmalar gibi özgür gökyüzünde seyretmekte. laaaannnnnnn nolur siktirin gidin, bırakın la beynimdeki fareler, kemirmeyin göt herifler. la alamadım hırsımı bi türlü. yeter bi gidin.nolur bi gidin. bi tane jeton getirin. telefon joker hakkımı kullanmam lazım

gözlerine

özledim seni eski yeşil günlere, özledim ela gözlerini. hep sütlü çikolata yada kahve tadında gözlerin. neden neden neden yok artık gözlerin sorusana ne diyebilirim. sorgulayabildiğim bütün deniz aşırı ülkelerde izine rastlanmamış. en son balkanlarda ayı avına çıkmışssın bildigim kadarıyla. yasak mı ba(sa)na yaşamak. ne kadar zırvalasam alamıyorum hıncı dizlerden. kıpardasın artık güneş yerinden. melekler inmeli yeri. azrail gelecek onu çağırmayın. özledim yeşil gözlerini. ölümü aklımdan hiç çıkaramazdım bakarken gözlerine. ne kadar güzeldi ama yeşili tütün gibiydi. taze tütün sarılıp yakılırmı sen söyle. oburluğuma dur diyemedim sen anla beni. sokaklarda çan sesleri duymayalı ne kadar oldu. beş dakka. kaç şehiri yakamadım.ben ne beceriksiz adamım. sen yokken erkekliğim yarım. sen varken sanki tamım!
bir iki dakka beni dinle gökyüzü
az sonra öldüm
ya da az önce doğacağım.
çok kültürlü bir gergedan gördüm
sevgiliyi koklayan eller
babili bombalayın
yıkılmalı bütün diller
nolur şarap akıtma yüreğim
nolur egsoz gazların durun
ayrılık internet bağlantısı kopmasımıydı
flasbacklerle flashbellekleri karışıtırmadım
ayrı klasörler açtım hepsini
ama nolur durun
çok ısısız kaldım
nolur bir kaç kere öldürme
dondurma aldın mı bana
çay koymasan da olur
hadi kalk gidelim

ta ... koyayım

hepimizin kuyruk acısı var biliyorum arkadaşlar diye başladı şarkı sözüne, köpekler ve gökkuşağı arasındaki bağıntıyı bu kadar güzel dillendirebilmesi ve bunu sevgiliyle ilişkilendirmesi söz konusu olunca dayanamadım dinledim. sana verdim yüreğimi.tüh a... koyayım. seni gördüm bir kafede yanında beş lavuk ile. selam verdim s..r çekti. yuh a... koyayım. ben seni sevdim ya o da bana yeter köpek. ben de senin gibilerin taa a...ına koyayım.
biz de zamanında bi köpeğe gökkuşağının renklerini anlatmaya çalıştık ama hiç bir köpeği inandıramadık arkadaşlar. ve ben djarumsuz hayatın, dumansız sigaranın, ve temiz hava sahasının ta amına koyayım.
çok canım sıkılıyo, kuş vuralım istersen, ya bu eller öpülür ya da sen öldürülrsün. hadi çay koy da içelim. onur ünlü seviyorum seni. sözlerini bu kadar küfürlü satırların arasında sıkıştırdım kusra bakma ve film repliklerini. çay içtikten sora karşılıklı bi film yapalım. ve bir şiir tüttürsen dumanına boğsan gözlerimi,ki yaşların sebebi anlaşılmasın.

18 Kasım 2011 Cuma

bir başlık denemesi

nargileli kadınlar
nargilemsi kadınlar
kadınlı nargile
kadınımsı nargile
nargile tutan kadınlar
a.m.
tmm abarttım
p.m.
sonbahara yabancı gibiyim, sarı yapraklar yok ama alışkınım yağmurlu ve sağnak yalnızlı gecelere. ismini bilmek için neler vermezdim.açsan kapıyı birden, süzülsen içeri, pencereden de girebilirsin farketmez, koşup sarılsan gözlerime, olmaz mı sence. neyse, ben buradayım, içimde havlayan bir it var it gibi aşık olamıyorum. siyahlı adamlar yine köşe başında, ve nefesim dağılıyor havanın soğunda.biraz daha gömüyorum kafamı kaplumbağa misali montuma. 5 dakika bekle geleceğim. şu adamları ve şu köşeyi atlatıp hemen bir taksi çevereceğim. bıyıklarımı kestim, bir zürafa baktı durdu bana. bu sefer az içeceğim seni söz. sarhoş olmaya bir kadeh kala bırakacağım. ama nolur ben yüzümü ıslatırken, sen bana bir yiğitmişim gibi bak. sanki orduları dünyalar fetheden bir komutana bakarmış gibi bak. ve tuzlu damlaları vızıldayıp geçen kurşunlarmış gibi gör yüzümde. bu esrar beni sarmadı, bir kaç gram hafıza kaybı çeksem burnumdan belki kendime gelirim.

sevgi seli

gözlerinde sevgi sexi oluştu kızı görünce,

bilirsin

birazdan sokağın ortasında bir adam vurulacak, cesedine beni gömecekler, anlamamazlıktan geleceğim. colt marka silahtan çıkan kurşunu çıkarmaya çalışacağım bir parça viski içip ağzıma sert bir cisim alarak.

na-ayrılmak

biraz altın tozu nefesin, biraz gümüş tozu tenin, bandırlmış tuzuna ve tozuna geçmişin. ha bide geçmemişin. işte senin tarifin. yakarışlarım toz bulutlarına. başım hep tozlarla belada. silsem izi kalır masamda, dudak tozun hala yakamda. Çocuk ben daha küçüğüm. ihtiyar verdiğin her öğüt bende bir düğüm. ama naparsın, üstümü kirletmektir benim görevim. Bilirim yine kızamayacaksın bana.affedeceksin ve basacaksın bağrına. yıkılmak en kolayı ve galiba ben bu işte çok iyiyim hiç olmadığım kadar. şarkı söylemem gibi çirkinim. Vururlarsa beni bir gün yolun ortasında bilki bunlar siren sesleri değil. herkes gibi bir kapı beklemekteyim zamanı yarıp açılan. Ey nolan! beni de filminde oynat. gökyüzünü bir kılıçla yarıp dökülen yıldızlarla misket oynamak isterdim, denizleri kaşıklayarak bitirebilirim eğer biraz vaktin varsa.bir parça çay olsa içermiydin, bir soğuk kahve koydu yüreğime, sen gitsen de ben onları oyalasam, sonra planladığımız gibi buluşsak aynı yerde, yolun kenarında. hani hep beklediğimiz otobüs durağı. hani binip de inmek istemediğimiz otobüsü beklediğimiz durak. o otobüse tekrar binsek, ellerimiz birbiriyle kaynaşıp ayrılamayacak kıvama gelene kadar erise senin sıcaklığında. ve gözlerimiz kararana kadar açlıktan inmesek geberesiye. gülüşüne binelim bu otobüse, biliyordum o otobüse bindiğimde inemeyecektim bir daha. sen indin. ve indiğinde bir gül yaprağı hissettim suratımın ortasında. gözyaşlarımın kusuruna bakmasaydın keşke. ve yüreğim error veriyor deyince gülmeseydin keşke.  her yerde toz var. ne kadar silsem de, bitmiyor. çok özledim demek havada kalıyor çivisine asılamamış bir çerçeve gibi. Atilla ilhanı özledim. davamda yanmayı...

15 Kasım 2011 Salı

This is England

This is England
The movie, This is England, illustrates characteristics of England in 80s by focusing on the story of a 12-year-old child, Shaun who lost his father in the Falklands War. Shaun runs through new experiences and friends which give us a good deal of traces about racism, isolation, and socio-economic conditions of the era’s England.  Although the movie touches on variety of issues, this essay is going to focus on three issues which, I think, act as the pillars of the movie. These issues are fear of poverty, racism, and boredom. Also, violence, politics and fatherlessness are the main reinforcements of those themes which are very connected to each other like a spider web.

In terms of economic indications, it is seen that the economic level of people are not very brilliant. At the very beginning of the movie there are some scenes which are peculiar to England of 80s such as rubic cube, pacman, riots, and the prime minister of the period. The riots depicted in the first scenes, most probably were protests against government’s economic policy or racial riots such as “Bloody Saturday”[1]. It is seen that, there were more than one riots during 80s and they were mostly based on racial and economic issues, as Scarman said in his report after the riot in Brixton; “complex political, social and economic factors created a disposition towards violent protest”[2]. So to speak, the riots are significant indicator of poor economic conditions and racism.

There are also some other implications of poverty in the scenes. For example, the house,in which Shaun lives, is in a poor condition. In the first scene, in which we see Shaun waking up, the wall is ragged. Another example, when he goes to the shop, he starts to read a magazine, but he does not buy it even though the shop owner warns him not to read it without buying. Also, he has to wear outdated pants even though other children “pick on him”. Furthermore, we see him washing a car which means he tries to earn some money.

If we look at the whole picture, it could be seen that Shaun and his mother are just a drop in the bucket.Indeed, poverty seems very common in this age. Again, the basic idea behind racism is economical and political. In one of Combo’s speech, Combo blames the immigrants for stealing their jobs and he sees them as “cheap and easy labour”. Then he goes on by blaming the government; “And that Thatcher sits there in her ivory tower”. Triangle of poverty, racisim and politics are constantly stressed in the movie. But poverty is depicted as the main reason for racism.

Another issue that is handled in the movie is loneliness which is a real cause for boredom. Before Shaun meets with the group, any of his friends appear on the screen. Also, we see Shaun wondering around lonely and aimlessly. He rides bicycle in empty streets, and he buys a sling for wasting his time on his own. He wonders around in deserted areas which awakens the sense of isolation. As the director himself has a similar childhood to Shaun, he depicts the environment very realistically and gives the idea of loneliness. Shane Meadow says in one of his interviews: “I think the characters are based very much around my youth growing up in the hills and small towns”[3] (Crossley).

After he joined the “skinhead” group, he finaly gets along with some friends. But they also feel bored and find something interesting to do, so they find a deserted house and we see those long scenes about the destruction of the house by them. They scream in joy, while breaking, smashing, and breaking every piece of the house. For the skinheads –not those racist ones- this was a way of protesting the contemporary lifestyle. Jason Cowley, a columnist who experienced those years, says: “England was being convulsed by a social, cultural and political counter-revolution. There was violence on the football terraces and on the inner-city streets”[4] (Cowley). Violence is a symptom of this convulsion.

So to say, racism, violence, and politics stick to each other and they are inseparable again. There is a cause and effect relation among those issues. Racism seems like a natural outcome of political and socio-economic conditions of the era. It is easy to see the critic of the government, especially Thatcherism, via Falkland and migration policy; “Far from achieving hegemony or being natural territory, the politics of nationhood again proved a difficult area for the Conservatives, raising conceptual, statecraft and policy problems across a range of key issues”[5] (Lynch). There is a parallelism going on between social and political actions.

When Combo and his team go to a meeting, a serious man makes, most probably an important party member, gives a speech on “Being English” and raises the audience’s emotion to the peak. This scene shows a fair example for political effects on racism. While trying to gather the nation in one flag, it becomes vice versa, and racism gets accelerated.

Another cause behind racism is economic problems as I mentioned above. Through the end of the film, when Combo speaks to Lol in the car, we see laborers, who are mostly from different ethnicities, going to the work early in the morning. So to say, it is true, in a way, what Combo says about “cheap labor”. Of course, this is just an attempt to find a scapegoat for predicament of the government. For instance, People’s nationalist consciousness should be increased in order to keep wars such as Falkland.

Combo’s hatred is not really coming from his patriotism, but from his psychological traumas. In the last speech with Milky, we see that Combo hates Milky, because he is jealous of him, because Combo thinks Milky has everything that he wants; “you’ve everything. Haven’t you?” Also Combo has just been refused by the girl that he loves, so he is in a pathetic mood. He obviously wants to take revenge, and it does not matter who the victim is going to be.

Combo is stuck with the question about dad “what do you really think makes a bad dad?” He asks this several times which makes us think about Combo’s dad. Was he a child who has got nothing but a bad dad? The cause of Combo’s violence is not really Milky or any other ethnic groups, because he uses violence against his nationalist friend as well. Or this “dad question” may be a reference to the government. What makes a government bad? Just like Combo embodies his hatred in racism, the whole society finds unreal excuses for the issues like poverty, unemployment, and war. In my opinion, this fake reasoning is the main reason for racism.

Another fatherless figure in the movie is Shaun. He has similarities with Combo in terms of violence. They both get angry quickly. Shaun thinks, the place they lived were a better place when dad was with them, so now, he is not very happy with the situation. He grows up in a poor district and he develops some violence symptoms. I think, the director tries to depict a common generation flaw; the new generation grows fatherless and in violence.

When we come to the issue of “skin head” the director shows that there are two types of skinhead. One is like Woody and his friends. They have nothing to do with racism, they even have a black member in their group, and they listen to ska music which has ethnic roots. They just want to break the convention. That’s why they are dressed differently and act differently[6]. The other type of Skin head is the ones like Combo who have some psychological problems, inferiority complexes or infected by some nationalist propagandas. They have the features of neo-nazi groups. By showing two different types of skin-head, I think, the director tries to correct the misunderstanding.

To sum up, the movie draws a very definite pictures of 80s England and it touches on common movements of the era. Political conflicts, war, socio-economic recession, and racial issues are clearly studied by centering on a life of a 12-year-old boy. Fear of poverty which ignites racism turns into a violent movement and it is seen as a rebellion in society. Besides, boredom, isolation, and punk movements stick to the daily life of England.

Works Cited


Cowley, Jason. guardian.co.uk. 19th april 2009. 29th october 2011 <http://www.guardian.co.uk/books/2009/apr/19/1980s-cultural-history>.

Crossley, Benjamin. ioncinema. july 27th 2007. 28th friday november 2011 <http://www.ioncinema.com/news/id/1245>.

http://news.bbc.co.uk/2/hi/programmes/bbc_parliament/3631579.stm. Tuesday 27th April 2004. friday 28th october 2011.

Lynch, Philip. Politics of Nationhood. New York, 1999.



[1]Bloody Saturday, Time April 20, 1981.
[2] (http://news.bbc.co.uk/2/hi/programmes/bbc_parliament/3631579.stm).
[3]ioncinema.com interview with Shane Meadows.
[4] http://www.guardian.co.uk/books/2009/apr/19/1980s-cultural-history.
[5] http://site.ebrary.com/lib/fatih/Doc?id=5001697&ppg=64

[6] http://www.guardian.co.uk/books/2009/apr/19/1980s-cultural-history

tutki gecedir

tutki gecedir dedi şair. tutki gecedir ellerin, dokunduğumda boğulur ellerim, karadelikler olur, başka boyutlara geçerim ellerinde. tutki gecedir, ve nefesin malta rüzgarları gibi yüzümü üflemekte, tutki gecedir, mesai hiç mi hiç bitmemekte, seni sevdiğimi sanıyorum, tutki gecedir,tıpkı gözlerin gibi, bir karabasan gibi dolanmadan saçların, hayalini kovmak vaktidir. git şimdi. uyumam gerek

14 Kasım 2011 Pazartesi

ve o hesabı çabuk görendir.
sokak lambasının aydınlattığı bir gece sokağı. her zamanki klasikliğinde bir bank hareketsizce sere serpilmiş kenara. İlginç bir şekilde kar taneleri sokak lambasının sınırlarına giriyor, ve devriye gezen polis lambaları gibi, takibe girişiyor sokak lambası. artık ışığın sınırındasın kar tanesi. özgürlüğüne kavuşmak için kıyılara hücum eden karetta karettalar gibisiniz kar taneleri. sizi sokak lambasının ışığında seyretmek, sonsuza kadar orda durup seyredebilirim sizi. savrulmanızı, üst üste yığılmanızı, herkese bu kadar yakın olabilecek tek sahne sizsiniz. sokak lambasının ışığına ağlayan kar taneleri. yoldan geçen paltolu ve şapkalı amca ağır aksak yürümekte. İklimin soğukluğunda gönüller ısıtan kar taneleri, yaşlanmış amcayı devirmek için akın ederken adamın üzerine, uçaksavarlar gibi delik deşik etme çabalarındasınız adamın yüzünü. bir kızılderili gerginliğinde kafa derisini yüzmek istiyorsunuz insanların. intikamı acı olacak ayaklar altında ezilen kar tanelerinin. sokak lambasının aydınlatma alanından çıkan paltolu amca, en az kuzey afrika rüzgarına direnen bir sudanlınınki kadar esmer bakışların. yaşamak tanımına bir de bunu eklesek olmazmı. kar tanesi kadar fazla yaşamaklardan bu da bir yaşamaktır. sokak lambasının ışığına ısınan insanlar kadar olsun tebesümmün, dökülen dişlerini önemseme, çünkü solmuş yapraklar gözükmez karlar altında. bir başka nehre düşen kar tanelerini seyretmek gibisin dolunay karanlığında çıkan güneş. seni seviyorumsa kar taneleri, sokaktaki banka bayılıyorumdur, ve ayıldığımda sen yoksundur varlıktan
hadi bana güller getir. seni unuttum sanma güzel bayan. biraz ara verdim o kadar. güzelliğinin kokusunu duymamak mümkün mü acaba. histerikli hıçkırıklar.susmadım.ben bu davanın adamıyım. yasaklasan da durmam hukuk bürolarında, laf atma, ceplerim şarjör dolu, bir yığın mermide boğarım seni. Kasıklarıma kadar hissettiğim namlunun ucunda sen varsın. sakın kıpırdama. ve bildiğin son duayı oku. eğer bildiğin bi tane varsa agnostic maganda
annemi hatırlıyorum. elinde şimdiki küçük hobby çikolatasından büyük olmayan bir çikolatayı tuttuğunu hatırlıyorum. onu mum işığında eritip ekmeğime sürdüğünü hatırlıyorum.
annemi hatırlıyorum,elime 500 lira sıkıştırıp işe giderken arkasından baktığımı hatırlıyorum
 Battal gazi filmlerini zevkle izlediğimi hatırlıyorum..
yalnız kalıp ağladığımı hatırlıyorum...
mayonezi ekmeğime ince bir zar gibi sürdüğünü hatırlıyorum annemin.
hep yürüdüğümü hatırlıyorum,
dizi yamalı eşofmanımı hatırlıyorum,
başka ne hatırladığımı bilmiyorum
bir ihtimal daha var, o da sövmek mi dersin
bana aşktan bahset diyorlar.dağlardan ve ovalardan. görmediğim bilmediğim şeylerden nasıl bahsedebilirim? deli mi bunlar? kan gölü ve bir avuç kusmuk var üzerimde.anlatabileceğim şeyler kısıtlı mı sandınki sandıklardan çıkarttığım aklım eridi sabunlar gibi yağmurun altında.
üzünlü nağmelerde aradım seni,
basitliğini sevdiğimi biliyorsun. arabanın camına düşerken seyredip dumanaltı kafelerde döndürürdün başımı. bilmek istemiyorum istemiyorum hayır istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum bilmek istemiyorum fuck off you son of the bitch. bilmek istemiyorum. sen neden istiyorsun. sen ne yapacaksın aramadığın telefon numarasını , çehrenin yamaçlarından kovarken beni seni neyi öğrenmek istedin.hayaletin cücüğü seni ben çağırdım. ne zaman istersem o zaman gitmelisin. niye geldin.git diyorum sana. içerde birileri var. git diyorum kapımı zorluyorlar. geceleri seni görüyorum geceleri seni görüyorum seni görüyorum geceleri. kan ve duman var içinde. neden neden hep ağlıyorsun. geceleri neden bu kabuslar içindesin, hani renksizlikler giyecektin. yine yalan tuttun doğru attın. hikayemiz bitmedi dediğimde de bitti.bitmedi hikayemiz dediğimde de bitti. madem biteceği var bitsin. ne yalan söyleyeyim. yalan söylemek için bir milyon nedenim ve ben, alır başımızı gideriz. arkamıza bakmayız. nereye mi gideriz? kaf dağının ardında bin başlı yılanı öldürmeye. sen masallara inanma güzel kız.onlar inanma diye orda. inanmaki yaşadığının masal olmadığına bir ikna mektubu yaz. dün gece yolda giderken yolun karşısnda bir adam gördüm. şöyle bir baktım da ne kadar çok benziyor bana. kendimi gördüm yolun karşısında,elleri ceblerinde ve yine soğuktan kamburu çıkmış. İntihar etmek günah, sen de bilirsin. ben hep intihar edenlere özendim. çünki günah olmasa dahi yapabileceğimden emin değilim. yolun karşısındaki ben konuşacak şimdi:

Elleri titrek değildi tutarken. ama sıcacıktı. elleri yumuk yumuktu, elleri bir iskeletin elleri gibi. bazen değişir böyle şeyler bilirsin sen de güzelim. hani romalıların yanına gitmiştim geçen cuma, sana olimpustan kır çiçekleri getirdim, saçlarına taç yap diye. Biliyorum güzelim, beni seviyorsun, ve yine biliyorum bunu bana söyleyemiyorsun. o kadar çok söyleyemiyorsunki başka erkeklerin gözlerinin içine gülüyorsun. keşke tecavüze uğrasaydın da bunu yapmasaydın. kırmızı teplerin kır çiçeği, ey nazenin güllerin en nazenini, biliyorum sen de özlüyorsun. ama özlemeden kavuşmak olmak. insancıklar herşeyi zıttıyla tanımalı. şimdi sana bir şiir yazsam yine razı olurmusun çırılçıplak koynuma girmeye. ya sen esmer güzeli hanedanlar hanedanının prensesi, yine bir şiir yazsam, gece yatmadan beni düşlermiydin again and again. but i dont think so. boşver güzelim das ist nicht meine deutch buch. beynimde iki lop var ve hiçbirinde rakmalar olmadığı için dilimin kemiği yok. Şaka yaptım. Buraya kadar yaptığım konuşmanın hepsi aslında yolun karşısındakinin taklidiydi. asıl sözlerim şunlardır:
Bütün tramvlarımda sizi seviyorumdur. yaşamıma katılan her zerrecik bendenken, en ufak bir cisimcik bile bana nüfuz ederken. gözleriniz nası açmasın on yıllık bir kara delik yüreğimde. ve bütün kayalaşmış kararmış taşları çekilirken yüreğimin ben hep dudağını düşledim. bazen dudağının olmaması bile beni ilgilendirmedi. düşlerim seni düşlerimde hep bir telaş içerisinde. niye ağlarsın gözlerimde.düşlerimde yüreğimi sıkıştıran bu zancılı bakışlarınız niye. Kabul ediyorum, artık gittiniz, galiba dönmemecesine. Seyrek de olsa uğramalarınızı seviyorum. aradaa bir yine uğrayın olmazmı. aman azizim lütfen karşıma çıkmayın. bakarsınız göz göze geliriz, elimden bir çığ yığını ter boşaları, boşalır da gözlerimin titremesi sesimin sulanmasına engel olamam. nefretimden dişlerimi gıcırdatamam. aman azizim, lütfen karşıma çıkmayın, ben sizi bulamamayı sevdim. o sokaklarda boş boş gezmeyi sevdim. inanın bilmiyorum sizi ararken karşıma çıksaydınız napardım. gülüp geçerdim heralde.neyse pirim, siz daha iyi bilirisiniz beni. çekilip bir kenara ağladığımı kimse bilmiyorsa bu benim en ihlaslı ibadetimdir. sizin zerrenizin haberi olmayacak bundan. bu yüzden sevinçliyim, bitap ses tellerimi duymamanız beni içten içe sevindiriyor ve bir sadizm basıyor kulaklarımı kızartırcasına. Sevgilim, siz ne zaman doktor oldunuz da elinizde neşter, eşelemektesiniz yüreğimi. her neyse, uzun bir klarnet sesinin yırtıcılığında zenciler geldi yine aklıma.mazur görün, şimdi gitmeliyim. sessizliğe haykırdığım bu kelimelere yankıların dahi cevap vermemezi ne kadar hazin...
bir zenicinin elleri,filler kadar büyümüş başı ve kulakları, saksağanları dinliyorum kışın ortasında. yorulmadı yol kenarındaki orospu otostopa. ben yoruldum volta atmaları balıksız prangalar. seni sevdiğimi söyleyebilirim. bu yeteneğe sahibim ve ellerimi seninle kirletmeyeceğim. bitmedi desem değişirmi, gecenin bi vakti yatak gıcırtılarında uyanırsan, rüyaların romaya çıkacak biliyorsun. bilmezlikten gelmekten başka sesler gelir. depremlerde sevişirsin görmediğin insanlar yer altında. cebinden çıkan sincaplarla konuşunca. bir sülük,sen ona konserve de. ya da bir salyangoz jiletimin keskin tarafında çıkmış yolculuğa, öleceğini bilmek böyledir işte. ölmeden önce yapabileceğin şeylerini yapma hayalini kurarak yaşmaktansa bıkmalısın ciğerlerinden. bir kız mı seni bu hale getirdi. sümmie haşa. bir kız bunu yapabilir mi sana. bin kız çullandı da üstüne birine vuruldun sandın sen o da vurdu sandı şişeinin dibine. rakışişesindebalıkolsamşaşarbakarsınkalırsınolduğunyerde. çırılçıplak yere serildi muhammed ali, başladı götün teki, saymaya ondan geri, dokuz,sekiz, kalkmalısın muhammed ali. frazer yatmalısın altına. sıkışıp kalmalıydı  beter böceğin dünyasında. herkese de siktir çekilmezki be abi. bir gün gelecek diye bekleyenlere selam söye. masalların olmadığını bile bile yaratan insanlar bir süre sonra masallara da kanmaya başladılar, filmlere de. filmler döndü hayatın sürdü. lakin hiç aynısı olmadı hayat. tadı ve kokusu bambaşka bir zarla kaplıydı hayat. film şeritlerine benzemedi. ben en çok soğanı sevdim. kokusuna ve tadına önem vermeseydi onu da severdim. seni de severdim
çok ağlayasım var gökyüzü. karanlıklarına yaslasam başımı, yıldızların yokken baksam sana gökyüzü.. seni kusursuz inşaa etmişler. tuğlasız harçsız. beniyse topraktan, çamurdan. çok ağlasam balçıklara sıvanır mı yüzüm, söylesem ak yüzüm kararır yaptıklarımı,peki senin gök yüzün ne zaman ağaracak. çok ağlayasım var gök yüzü, gözyaşlarım senin yağmurlarından güzel olmasa gerek. hiç bir melek taşımadı gözyaşlarımı sevdiğime, seninkiler neden böyle... konuşturtma beni gökyüzü... sen de olduğunu sandığın herşey senin dışında...ay, yıldızlar, güneş, sen neresindesin gerçeğinin gökyüzü, senin kubbeliğin varsa kubbe altında yaşayanlar sürer sefasını. sanane pahalı camekanlardan, sanane kameralardan gökyüzü.sen işine bak. yalandan bulutlarınla oyna, ben aşağıda göbeğine bakacağım. hiç mahremin kalmayacak ben sürekli bakacağım gözümü kırpmadan. bir ekmek kokusuna intiharlar savsakladım ben gökyüzü, bilmezsin. terk-i terk etmeden terkedildiysen, nasıl vazgeçtiğini iddia edebilirsin. Sisyphuslar doluşmuş aklımın başına, çakıl taşları ebabillerden hatırladınmı. ellerinde çamurlu taşlarla bağırsaklarından geçen kuşları. gökyüzü bi siktir. seni seyirlik oyun gibi seyrettiğini sanıyor insancıklar. sen seyrediyorsun onları, öpüşmlerini, kavgalarını ve cinayetlerini. kaç adam asıldı sen biliyorsun. Atlaslar tutamaz seni, sen hürsün tabi ya! siktir git be gök yüzü, siktir git

29 Ekim 2011 Cumartesi

gerçeklik totemi

  İnsanın yaptığı en iyi iş; dolandırmak. peki insan en iyi kimi kandırır? annesini? sigara içmediği konusunda babasını? aldatmadığı konusunda sevgilisini? karısını? kocasını? eğer bu cevapları verdiysen yanlış.insan, kusursuz ve noksansız bir şekilde kendini kandırır. Asla ve asla farketmeyecektir. Cobb defalarca sevgilisine gerçek dünyada yaşadığını söyledi. Peki sevgilisi,yani Mal, buna inandı mı? hayır. Kendinden çok emin olduğu için değil. Kendinden hiç emin olamadığı için doğruluğunu kabul etti. Çünki, çok karmaşık yapısına rağmen zihnimiz aslında çok basit bir düzenek üzerine kurulu. Kendini bir gerçeğe dayandıramazsa yaşayamayacağını bilen metabolizma size dahi sormadan birşeyler buluyor dayanacak. herkesin inandırma zemini farklı tabi. Kimileri kendinin çok dürüst, kimileri çok aşık olduğuna inandırıyor. Inandığımız şeyler aslında inanılası kılınan şeyler olduğunu nasıl anlatabilirimki size. yada bendeki bu hissin neden kaybolmadığını kim söyleyecek. Ben de herkes gibi kanmak istiyorum. Bu dünyanın gerçekliğine o kadar çok inanmak istiyorumki... kafamın rahatlamasını,birşeylere güvenip orada sonsuza kadar kalmayı, hiç düşmemeyi, düşmekten hiç korkmamayı ya da çok korkmayı isterdim. ama düşmenin izdüşümünde ne olacağını bile bilmediğim ve deneme-yanılma yöntemiyle edinilen temayüllerden kaçındığım için rahatsızım.
Insan en iyi kendini kandırır dedik ve Mal'ı gösterdik. İronik bir şekilde, kendini kandıranın aslında Cobb olduğunu söylemek isterim. totemine, fırıldağına (gerçekliğe dair tutunabildiği tek şey ufacık bir fırıldak) o kadar inanan biri bunu inanmak istediği için yapmıştır. Cobb'a göre fırıldak gerçek dünyada dönmeyi bırakıp düsecek. yok eğer rüyadaysa fırıldak asla düşmeyecek. Peki rüyalarımızın bir parçasını kontrol edebildiğimizi, karakterleri ve olayları, bir ışının prizmalara çarpıp dağılmış hali gibi farklı hallerde elde ettiğimiz tezi doğrultusunda düşünürsek, Cobb rüyasında dönmeyi bırakan bir fırıldak düşleseydi? "nedersiniz, hoş olmazmıydı" Aslında filmin sonunda ben dahil bütün izleyicilerin fırıldağı heyecanla izlemesi boşuna. fırıldak düşse de düşmesede gereçeği bulamayacağız. Ama basit dizaynlı insanlar olarak bir tercih yapmak zorunda hissediyoruz kendimizi, yada bu düşünceye itiliyoruz. fırıldak düşmeli diyoruz. Fırıldak ayakta kalmalı. Gerçeğe bağlanmak için bir totem ihtiyacımız varsa gerçeklik kaybedildiği için buna ihtiyacımız vardır.çoktan "yitiklik" evresine girmişizdir.

16 Ekim 2011 Pazar

olmamak

merkezimize "olmak" fiilimsisini yerleştirdiğimizde bütün yanılsamalar başlamaktadır. Herşeyi olmak üzerine yerleştirmek demek olmayan birşeyi başlangıç sayıp onun üzerine bütün imgeleri yerleştirmek ve bir bilinçlilik yaratmış olmak iddiasına gitmektir. Fakat olmayışı başlangıca almak üzerine inşa edilen bütün bir binanın da zeminsizliğe uğrayıp "yitik"leşmesi demektir.
   Konuyu bir örenekle açıklayacak olursak, "ben" nesnesisinin nasıl yitikleştiğini göstermeye çalışayım. Bizim, kendimize bakış yaşımız her zaman değiştiği için, bir yaşındayken bir yaşında olan bene bakışımız, sadece o yaşla kısıtlıydı. 33 yaşında biri olarak bene bakışımızsa o zamana kadar edindiğimiz "dış" bilgiler ve iç bilinçlilikle birlikte anılan bir tüy yumağı haline geldi. Ben dediğimizde  tanımladığımız şeyin aslında benle değil çevremzideki ben idrakiyle alakalı bir yapı-tasarım olduğunu söyleyebiliriz. yani bizi tanımlayan şey aslında pasaportumuzdur. biz pasaportumuzu tanımlayamayız. Oysa, bir "identity" olarak pasaportumuzu biz tanımlamalıydık. İşte bu noktada bir yerde "ben" imgelemler arasında "yitik"leşmektir. pasaportumuzdaki uyruk, isim, yaş bilgileri bizi inşaa ederken, bir dış göz de bizi temsil eden kağıta bakıp, sadece oluşan konseptler üzerinden hüküm verme kabiliyetsizliğine sahiptir. ona göre senin pasaporttaki türklüğün, bakan kişinin kendi "yitik"lerine  denk geldiği sürece bir anlam ifade eder. eğer sen bir ispanyolsan, ve pasaportuna bakan kişi ispanyayı sadece bir futbol takımı oyuncusu ve imgelemler ortamı olan internet vasıtasıyla biliyorsa (yani bir ispanyolla içsel tecrübeler yoluyla karşılaşmamışsa) aslında gördüğü şey kendi "yitik" bilincidir. Bakan kişi senin pasaportunu tamamen gerçek olmayan imgelemlerle doldurarak bir "yitik"liğe ulaşır ve onu senin kimliğin addeder.
     Gerçeklik duygusuna ulaşmak isteyen insan arzularına yenik düştüğü için gerçekdışı bir dünya indirgenmiş bir yitiklik kurar. doğuşundan beri elle dokunup, koklamayla başlayan nörotik sistemler üzerine kurulu bir temeli vardır insanın. yani ilk doğan bebek, nöron sistemleri üzerinden ancak nöronlarla ilişki kurduğu dünyaya bağlanır. somut zannettiği dokunma hissi bebeğin dokunmaya karşı güven kazanmasını sağlar. ardından diğer bir duyu olan koklama ve tatmayla çevresinin hissettiği için,ileride yetişkin hale gelen insan bir şeyi gerçek olarak tanımlayacaksa önce nöron sistemlerine güvenir. Fakat basit bir insanın nöron sistemi ne kadar güvenilirdir ve neden nöron sistemlerimizden vize alan şeyler gerçek kabul edilir? İnsanın temelde yaşadığı problemlerden biri de budur.
   Günümüzde gerçekliğin bu kadar tartışılır olma sebebi gerçekliğin eksikliği değil çokluğudur. o kadar çok gerçeklikle sarmalanmış bir dünyada gerçek olmayanı bulmak zorluğuyla karşılaşan insan soruları yine nöron sistemleri ve sitematik hale getirilmiş "yitik" arşivleriyle bulmaya çalışır. inanış ve felsefe yitiklikleriyle boğuşmaktansa hiçbir yerden referans almadan konuşan, ve hiçbir kaynağa başvurmadan mantığını kullanan Foucault, Baudrillard, Sassurre gibi isimler gerçeklik yitikliğini aramışlar ve dünyanın yitikliğini tartışmışlardır. İslam anlayışı içerisinde dünyayı bir yere oturtmaya kalkarsak da bu yazının ebatları inanılmaz artacağından sadece "dünya" kelimesinin kökünün "dyn" den geldiğini söylemek bir ip ucu niteliği taşıyacaktır. "dyn" edna, pek yakın, aynı zamanda en aşağı manasına gelir. bize bu kadar yakın olma sebebi fiziksel nöronlarımızdan başka bir şey değildir. bir pc oyununda bir karakteri yönlendirebilir onu zıplatıp koşturabiliriz, çünkü bu sanal dünyayla tuşlar vasıtasıyla ilişki kurabiliriz. ama pc oyununa dış bir dünyadan bakma lüksümüz vardır. karakterse oyunun içinde oldugunu fark edemez. insansa dünyanın ne içinde olduğunu farketemez. dünya ona en yakındır. fakat o gerçekliği nispetiyle mi en aşağıdadır?

12 Ekim 2011 Çarşamba

güzelliğinin adı yok bu şehirde, ölüm bu kadar yakışır tebessümüne, seni doğasıya seviyorum demişti bir şair.işte ben de öyle seviyorum seni doğasıya. tebessümüne gömülmek, gül reçeli havuzunda kana kana reçel içerken boğulmak gibi, ya da ağız dolusu çikolatayı yerken genzinin yanması gibi. Her kar tanesinde ödünç almak gibi dakikaları saat kulesinden. ve bir avuç saniyeyi saçmak senelere...evet doğru söylemişler; seni doğasıya seviyorum. bu dünyada tekrar yaşamak pahasına, herşeyi en başa sarmak, ayakkabısı su geçiren çocukluğumu tekrar hissetmek pahasına seviyorum seni.itiş kakış dolu ve körüklü bir otobüste bakışlarınla tekrar sendelemek pahasına diyorum. anlıyor musun beni? yoksa üç aylık ömrüm kaldı. doktorlar çok yaşamaz dedi.sen sonbaharın bütün motiflerini üzerinde taşıyabiliyorsun. yağmurlar silüetini çiziyor gökyüzüne,düşen solgun yapraklar mı yoksa saçının tellerimi bilemiyorum. o ince çizgi hayal,gerçek ve mazi arasında, birleşip girdaplar oluyor her fikrin başlangıcı gibi. fırıldağımı çevirip uzun uzun izliyorum. saatler geçiyor izliyorum, aylar geçiyor izliyorum, hep düşsün diye bekliyorum. durmuyor da durmuyor. ama ben hala düşmesini bekliyorum. bildiğim bir kaç türkü var, yıllardır mırıldandığım, artık şarkılar. hep gözlerin yaptırıyor bunu bana. sonbaharın rüzgarı da var sende. henüz solmamış çiçeklerin kokusu gibi esiyorsun. gökyüzün mavisini giymiş yağmurlar arasında, boyununu, rüzgara karşı koyamayan dallar gibi geriye bükmüş duruyorken, nasıl sevmemeliyim seni diye düşünüyorum. maviyi giymek,bir hüzün huzmesinden havai fişek gösterisi seyretmek gibi.
normal insanlar gibi sevemediğim için dışlanmak, ya da hiç fırsat verilmemiş olmak duygusu bir eziklik kulesi inşaa ediyor gök yüzüne tıpki babil gibi.seni seviyorum seni seviyorum, seniseviyorum, sen is evi your umm... anlamanı yitiriyor her tekerrürde kelimler, telaffuzu zorlaşıyor. ama sen bilmiyorsun bilmiyorsun, bil-mi yor sun shine. seni seviyorum ve sen bilmiyorsun ne demek istediğimi. ve bunu sana anlatabilmek iiçin kullanacağım bütün kelimlere uzaya fırlatılan bir roketin içinde gitti.eğer bu yazımı ıssız bir adaya düşmüş ugandalı bir cumhur başkanı bulup okumazssa, seni sevdiğimi bilemeyeceksin

10 Ekim 2011 Pazartesi

senin olmadığın her sokak, sen varmış taklidi yapıyor

senin olmadığın her sokak, sen varmış taklidi yapıyor
düşman bir g.t şehiri
ancak ginsbergler ziyaret eder,
bir zamanlar sen varsın diye yazdığım şiirlerimi
şimdi sen yoksun diye yazıyorum,
ve buna trajedi diyor bazı komedyenler
köpek olmak kolaydır,
ameros peros olmak zor.
içtiğim black kadar güzel olmanı dilerim
seni her yakışımda karanfiller kokuyor burda

sansür

si..........tir git diye bırak bağırmayı, yazarken bile noktalar kullanıyorum

ayn

sokaklarını gördüm dolaştığmız gökyüzünün, biz yokuz diye birşeyler olur sanmıştım.belki dünya çöker, belki o kırmızı çatılı evler göçer. Laking tek bir zerresine bile halel gelmemiş. çok değişir sanırdım. artık biz değiliz ya biz, bi tat kalmamıştır diye kandım. o, insanların mübarek sandığı kapı var ya, bizimse yamacında öylesine durduğumuz bina, işte o yerli yerinde duruyor. şimdi kapısında başka insanlar var. ne kadar çok ortak yanımız var senle, farketmemişim. çıktığım kale duvarlarındasın şimdi, aynı hatıraları sony marka aletinle ölümsüz kıldın ya güya.çiçekçi yok artık ölmüş galiba, ama aynı büfe orda.hani telefon kartı aldığın. "gözlerim sokaklarda sebebi isyan aşkın" şarkımızı hiç duymadım herhangi bi sokakta, cafede,barda.. "beni bu derde sen attın da gittin ya kafam hep duman" yokuşunu çıktığımız küfürlü yollar, sikt.r çektiğim daracık sokak, hepsi orda. Ama biz yokuz. biz zaten dağıldık ya hani, o yüzden de yokuz biraz. ama senin gittiğin yolda başka bir karaltı var şimdi. onun da sırtı dönük bana, bir başkasına dönük sırtı gerçi. adları hayatları farklı olan bilmem kaç bin kentrilyon insan, sayısı sonsuz olsa da yaşadıkları çok mu farklı senin ve benimkinden.. işte onlar da orda ve yine o saat kulesinin altında resim çektiriyorlar sırayla. ben burdayım ya, yok oldu sanmıştım o sahneler, ve eski bir film deposunda yansın istedim hayatımın negatifleri. hiç olmadı. hayalini ettiğim hiç bi haltım gerçeğe dönüşmedi demek kadar saçma ve kopuk bir cümle bilmiyorum. hayalini ettiğin hayal kalmış ulan.biz giderken güneş vardı orda dönerken taksofonaslar kalmış bi aklımda. cumaları çıktığım yokuşlar, ve kulağımı yırtarcasına çeken soğuklar kaldı, kum taneleri gibi kayıp giden avucumdan. bir türk kahvesi içemedim ağız tadıyla. bırakın kızı diyorum size. bırakın. o tröleybüsün telleri o koca yumurta heykeli, hepsi g.tüne kaçsın. ben de başka bişy demem.o pizzacıda sen de vardın ulan. o köprüde sen de vardın. put kesilmiş işçi vardı bi çift unuttunmu çiçekleri seni seviyorum diyen,aşkım diyen.o pis kokuyu hatırladın dimi.o üç suratsız heykel kadınları, o işediğim taksim çakması sokağı. resimlerde gördüm, hiç değişmemiş, ben bıraktığımdan beri cam vanusta yaşarmış şehir, ben bıraktığım gibi bi buz kalıba koymuşlar dondurup, ne zaman düşünsem öyle birşeyler, mikrodalgada 3 dk ısıtıp aklıma servis etmiş pushlar. varsın olsun ben böyle güzelim, yani kafam diyorum. belki de düzelirim

nolsun

nedenini bilmediğim bir ziftlik kıvamı var gökyüzünde. ne kadar çok şaşırdıysam insanların "havalar yağmurlu" demesine o kadar çok şaşırmışımdır "güneş doğdu" denmesine ve güneşin doğmasına. niye gözlerim acıyana kadar okuyordum kitapları bilmem. zarifoğlu ölür demişti bi şair otomobilin icadıyla. zarifoğlu öldüyse kitaplar niye okunur. gündüzleri, bir bardak suyun içindeki moleküller kadar fokurdayan insanlar geceleri nerdedir. "darkness" yahut "leyl" -ya da siz ona nasıl hitap etmek isterseniz öyle hitap edin- bu kadar obur bu kadar yutucu birşey midir? uzayda herşeyi yutan belirsizliğin adı bu yüzden mi "kara" deliktir. Karanlık sadece güneş ışığının olmama haliyse,çiçekler tek başına yetmez bu dünyaya. Fanon diyor ki "when the native intellectual is anxiously trying to create a cultural work, he fails to realize that he is utulizing techniques and language which are borrowed from the stranger in his country." Kültürel bir çalışma olmasına gerek yok. kültürlü olmak için çatalı sol elde tutmak bile kara mizahdan öte bişey değil. yaptığımıaz devrimler, köprüler, bilgisayar yazılımları, her şey o kadar kopya ki "stranger" i görmemek, onun ben burdayım diye sırıtışını hissetmemek ne mümkün. Kopyalamadan kullanabileceğimiz ne kadar kelime varki. sarfetedeceğimiz her sözcük, her terim aslında yabancıların bize yakıştırdığı tanımlamalar. "modern" kelimesini the others bulmuş. peki biz onların gözüyle tanımlamak zorundamıyız bu mefhumu. İçinde bulunduğumuz halet-i ruhiyeyi tanımlamaktan bile acizsiz. Bohem diyoruz. Doğrudurki bohem için bizden çıkabilecek bir terim yoktur. böyle bir terimi bulmak ne lüzumsuzdur. müslüman hiç bohem yaşamamışsa bilmediği, hissetmediği bir durumu nasıl tarif edebilir. Öyle bir pranga varki dilimizde, ne yöne hareket ettirsem ucu kafire deyiyor. Küfrün girmediği dokunmadığı elleşmediği pek az yer kalmış demek. ne soytarı bi yazı, ne hissiz cümleler.ne kaypak hareketler bunlar.dil çökmüşse, ancak bozuk bir plak kadar latif sesler çıkartabilirim. sevişmek kadar güzeldir geceyi seyretmek desem ne anlarsınız. ve göğsüme yağan karlar şeftali çiçeği kadar yumşaktı demek niye "romantik" gelmez -ki romantik demek ne kadar tiksinçtir, argodur- bakınca diyorumki ne kadar az şey var bize ait ve ne kadar fazla bizim olan. her iyelik eki bir tecavüzüdür kapitalin, her yalın halimiz gülünesi kızıllıktır, blues dinler koministler...

25 Eylül 2011 Pazar

menemen

Mevcut açlık hissimin tavana doğru yükseldiği bir durumda olsa da yesek dediğim anadolu öğrencisinin,bekar beylerin her öğünde tüketebileceği evli barklı insanlarınsa kahvaltılarını süslediği yemek türü. Menemenin üzerine yoğunlukta yapılan spekülasyonlarsa soğanlısımı soğansızımı makbuldür şeklinde. Şahsi kanaatim soğanlısından olmasıdır. zira soğansız olması bir tat eksikliğini de yanında getirir.Lakin soğanın ince ince doğranmaması halinde, midesi hassas olanlara rahatsızlık verme ihtimali var. Tabi ne kadar uğraşsanda pişmememkte inat eden biber de bu mideye pek iyi gelmiyor.Soğan taneleri belli olmasın ama ekmeği banınca tadı gelsin kıvamına ulaşmak lazım.Tereyağında pişmiş soğan ve biberlerin üzerine cosss diye dökülen kuşbaşı domatesler gözümün önüne geliyor. Bitiyorum sana menemen. Senin uğruna niye methiyeler düzülmüyor, aşıklar yollara düşmüyor anlamıyorum. Fırından taze çıkmış pamuk gibi ekmek içini sana banmak gökkuşağından kayıp altın havuzuna girmek gibi haz veriyor bana. Dudaklarımda bıraktığın kekikli lezaizini unutmak mümkünmü ey yemeklerin sultanı. Sensiz geçen sabahlarım da kahroluyorum. Kahvaltımda sen olmazsan sanki o gün benim için güneş doğmuyor, Yorgun akşamlarımda kadiköy semalarını seyre dalmadıkmı seninle. Muhabbetimiz artmadımı senin sıcaklığında meşk ederken. Bitimine doğru demli çayımızla yelken açmadıkmi maziye. tuzsuz hayatın tadını senle bulmadıkmi ey kokusuna doyamadğım menemenim.neredesin.gel artık da doyayım

7 Eylül 2011 Çarşamba

Tanışalım mı? 2

- Yanınız boş mu?
+ Değil,arkadaşım gelecek
- Benim yanımda boş değil zaten ..
+ Nasııll?
- Sol yanım diyorum .. Boş değil size karşı
+ ...

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Bakmıyorsun...





Sana yazıyorum tüm bunları, senin adın yok.
Orda bir yerdesin biliyorum. Beni izliyorsun
Neler yaşadığımı biliyorsun.
Türk sanat musikisinin hafifliği
Ve rap müziğin asi ruhu aynı anda üzerimde.
Bunları çok iyi biliyorsun.
Sadece izliyorsun bakalım ne yapacak diye.
Bakalım beni bulabilecek mi diye.
Orda olduğunu çok iyi biliyorum.
Bana bir adım daha yaklaşmayacaksın artık.
Bütün yolu kendim bulmam gerekiyor.
Zifiri karanlıkta ay ışığına güvenip
Nöbet tutan bir asker gibiyim.
Korumaya çalıştığım ise
Senin bende hala olduğunu düşündüğün o saf halim.

Artık her şey çok daha zor.
Çok hor gördüm her şeyi, çok tepeden baktım
Kendimin bir karınca olduğunu unuttum sadece
O yumurtaların kırılacağını biliyorken bile durduramadım
Engel olamadım.
Kendimi affetmek zor, ama buraya kadar gelmişken bırakmak istemiyorum.
Hak etmediği halde o kadar şey için endişelendim ki
Gerçek Hakk ı ve hak edeni ihmal ettim.
Sana baktım ama seni görmedim.
Kafamın içinde tilkiler cenk ederken
Karga peyniri alıp kaçtı. Durum bundan ibaret...

Anlamsız geliyor değil mi bazı şeyler sana
Ama henüz iplerimin kimde, nerde olduğumu bilmeyen bir kuklayım
Emin ol, o nalet olası ipleri bulup
Yoluma çıkanların boynuna dolayacağım.
Seni çok korkuttum, gereksiz kahramanlık gösterileri yaptım
Hepsi çok korktuğum içindi aslında, bunu sana söyleyemedim.
Çok korkuyorum inan...
Bir mum alevi görsem peşinden gideceğim.
Eskiden aynaya bakamazdım, nefret ederdim.
Sonra baktım ki aynada kendimi izler olmuşum
İnsan kendini izleyince başka hiçbir şeyi gözü görmüyor biliyor musun?
Her şey onun için 2. plana düşüyor
Kendi kendini sevmek hastalığı insanın içinde düştüğü
İkinci bir kanser vakası. Çaresi olsa da çok zor
Seni yavaş yavaş normal hayattan kopararak öldürüyor

Seni bir kez görebilmek için birçok şeyimi feda ederdim
Mesela kitaplarımı, mesela şiirlerimi, mesela sabah kalkıp beslediğim kuşlarımı
Pahada hafif, anlamda ağır nesnelerim var benim, ama sen yoksun...

Olmuyor olmuyor. Aynı cümleleri papağan gibi tekrar ettiğimi düşüneceksin şimdi
Çünkü sen gittikten sonra hayat dondu ne yapabilirim.
Fatih deki o ufak kahvehanede, sabaha kadar kahve içmek istiyorum hala.
Küfür sahibi oldum. Buda gelmedi ve geçmedi o zaman ağlarım yapacak bir şey yok.

Kpss ye girdim gardiyan oldum.
Sırf başkalarının hikâyelerine karışayım
Oradan seni bulurum belki diye.
Birçok hayat hikâyem olursa, kendimi unuturum belki diye.
İkinci durağım acil servis, 3. sü ise mezarlıklar olacak merak etme.

Şimdi tüm gördüğüm buğulu camlara adını yazıyorum.
O da olmuyor. Yine terk edip gidiyorsun.
Zorla uyuyorum saatlerce, rüyalara girmiyorsun
Gar da en uzaktan gelen trene senin adını verip
Saatlerce bekliyorum, içinden sen inmiyorsun.
Seninle aldığım bir çiçeğim var, saatlerce konuşuyorum
Yine de açmıyorsun.
Tüm cenazelerde tabuttaki sensin diye katılıyorum
Ama ölmüyorsun...
Beni görüyorsun
Elveda demek için bile yüzüme bakmak
Çok zor mu diyorsun?