29 Mayıs 2012 Salı

"dinazor dergisi" pek yakınımda

hasretle ve özlemle çıkarılması beklenen dergi pek yakında geliyor. akım ve anlayış bakımından cayır cayır yanan düşüncelerimizi içkisiz bir ortama aktarabilmek ve dumansız hava sahasında yazabilmek için dergi çıkarmaya karar vermiştik. Derginin son rötuşları da bitti. Adını da "dinazor koyduk". niye dinazor? dinazor, bu kadar devasa olmasına rağmen yeryüzünden silinmiş ve unutulmuş tek mesele çünki. insanlar minimalistik akıma kapılmış gitmişken burnunun ucundaki büyük olayları ıskalıyor. dinazor bunu engellemek için.
dinazor, ebat meselesini kendine sıkıntı yapan insanlar için.
dinazor, kendisi gibi yeryüzünden yok olmuş bütün güzelliklere bir taziye.
dinazor; takip etmek istediğimiz, fakat ayak izlerinin silinmişliği, izlenecek kişilerin ayak ebatlarının küçüklüğünden dolayı takip edemediğimiz herşeyin yerini alması için.
dinazor; belki ve ancak bir dinazor kapatabilir kalbimizdeki açık delikleri.
dinazor; zihninde dinazorların koşuşturup fikirleri sürekli sarsılmaya meyilli insanlara...
dinazor: tutunacak bir dalım yok diyenlere koca bir direk. binanın yıkılmazlığıyla alakalı.
dinazor; gömdüm onu, geçtim bu meseleleri, ezdim hepsini, bitti bu iş diyip de bitiremediğimiz herşeyin bir hayaleti. yok gibi gözüken,tanımadığımız ama kocaman bir dinazor gibi içimizde taşıdığımız şeyler için.
dinazor; sen yoksun dediğimiz herşeyin inkarının kabak gibi ortada kalmış kemikleri için.
dinazor, küçük dertlerin adamı olmayanlar için
dinazor; sizin göremediğiniz koca varlıkları göstermek için
geliyor...ayak sesleri ve gürültüleri türüyle alakası olmayan godzillayla özleştirilebilir fakat asla godzilla olmayan bir ayakyapıtı.
dergimiz sipariş ve posta yoluyla dağıtılacaktır.
ilgili kişiler bu adrese mail atabilir: nolanism34@gmail.com

28 Mayıs 2012 Pazartesi

son kalan patates cipsini ikiye bölmektir,
bitmeyen bir mısrayı yıllar sonra tamamlamaktır
güzel demektir, tuzu eksik kalmış bir menemene
kuzeyden güneye inmektir,
kalp atışlarının "özledim de beni" diye atmasıdır.
havadır... civadırr..

ciddiyet lütfen, şimdi şiir yazacağım

ıslığında gizli bir çığlığım,
ıslak,sıcak be katışıksız dudaklarında,
bir tenin, bedeninden vazgeçmesi,
göndere çektiğim gözlerin uğruna bu zafer.
şimdi sessiz ol, ölümlerim için bir dakikalık saygı duruşu.

dünün tekmelediği anlımın çatında bir kan lekesi
bu sana birşeyler hatırlatmalı, bir ğazayı
bir mumun bıraktığı isi
gökyüzünde arama sepetim

gökyüzünde köpek balıkları

bir ensesi kalının eline aldığı sigara kan ter içinde kalmış. Adama bir de çay getirmişler. gülmüş...

26 Mayıs 2012 Cumartesi

varlığına odaklanmam gerekirdi ellerine uzanıp. şimdi bir dikenli yollar üstünde koşuşturma yarışı. ellerimi uzatmalıyım diyordyum. ellerimi hüzünlü nasırlarımı ılık suda yumşatmalıyım teninle ısı alışveriişine geçmeden önce. bit bite uzaklaşıyor resmin benden. kara kalem çalışması oluyor bakışlar

otobüs

son on-yirmi yılda edebiyatımıza fena bir otobüs girdi. genelde hikayelerin geçtiği mekanlar otobüs durakları,otobüs içleri ve metrolar. yazarların çoğu günlerinin önemli bir kısmını yolculukla geçiriyor ya da ancak yolculuk yazarken yazma fırsatı bulabiliyor. bunlarda geçn yazarlar oluyor sanırsam. amerikan filmlerinde de o metal yığını metorlara çok rastlarız. pis bi olay olacaksa kapkaca maruz kalacaksa masum kız karakter genelde son metroyu beklerken bu olaylara maruz kalıyor. öellikle metroda deheşet üzerine yapılmış bir film bile var. tabi metro, amerikanlar için frontier  anlayışı da taşıyor. bir zamanlar at üstünde,sonra da buharlı trenlerle geçtiler hep önem. artık bu görevi metro görüyor.
 halk otobüsleri de insanlara ilham kaynağı olacak çok malzeme olması da bu olayı arttırıyor.otobüste birkere insan var. her türlü insan yüzü ve farklı dertlerle bezeli insanlar, nereye gittiklerini tahmin etme oyunları.otobüsde gözlerin dalıp gitmesi de otobüs yazarlığını tetikliyor sanırsam

kopya mı

an itibariyle elime geçmiş olan şiir kitabı içerik ve form yönüyle "ah muhsin ünlü" den şiddetle etkilenmiş olup benm şiirlerime öyle çok benzemektedirki, 2010 yılında basıldığını görmesem benim blogtan alınmış diyeceğim. üzücü bi olay.biyografi kısmı bile benimkine çok benziyo. bu kitabın adı "kimse kıpırdamasın" ve yazarı güven adıgüzel. Biçimden kaybeden içerikte kazanır napalım...

mesela muhsin ünlü "kavuşmamız radikal olacak" derken bu eleman da "kavuşmamız postmodern olacak" diyor. ya da "rakı şişesinde balık öldüm". demek ki, biz de olabiliriz
su yüz derecede kaynar.sonra sudan bonka geçeriz. mantıklı.çok mantıklı oldu bu bence. suyu sol götünle iç.sudan bahaneler her zaman sevgiler.acıktın mı cicim bana, hiç bakmıyorsun bu yana.pizzacım, poğçacım ben acıkıyorum. ama fakat susamak bir mantıksızlık ölçübirimidir
anti-romantik bir kodomana sorulması gereken sorular?
neden gülüyorsun?
-hareket çektiğin için
-b..b.akan burda olsaydı ne dersin?
-yürü git fahişe
-son sorumuz ne olsun?
-ama onu da sen yaz.
apokaliptik ruhlar asıyorum
apokaliptik ruhlar asıyorum
apokaliptik ruhlar asıyorum
çamaşır ipine

25 Mayıs 2012 Cuma

gökyüzünde mahpusum, ben yeryüzünde tutan beden napsın. okul, çatısı olan ev. yasaklı ve dikenli çit.napsın. ağlamak bir geyiğin boynuzundaki atardamarlı boynuna çekmektir. boyuna atlamak boyunduruk giymiş insanları bilmeyen bir çığlığa ders anlatmaktır. derinin altında kalan saçaklardan buz üzümler ve rakımlar geçer. sen anlamassına özel anlamsız silahsızlanmalara bir de kızıl orman katılır. sen yine de aldırmazsın. benim aynamda cımbızıma bakan ben cambazlık yapmaya gelmedi. lütfen beni bu yarışmadan eleyin

23 Mayıs 2012 Çarşamba

şimdi reklamlar

dünyanın en iyi soğuk çay markası: TEATONE.teatone. tea tone. bence diğer markları içerek dilinizi boşuna ekşitmeyin. teatone. bütün bimlerde...
birbigün internette dolanan birisi gelip hangi kafası güzel yazdı bunları diyecek. işaret parmağımla orta parmağımı göstereceğim.
kovboyların diline doladığı saman gibi doluyorum seni dudaklarıma. eski bir samuraydaki anlatım bozukluğu artık yenilerinin üretiliyor olması. katana gibi keskin olabilirsin ve etkili girebilirsin kalbime. ama yatağan gibi etkili kullanamadığından bir kısım kuş ölümleri gözlemlerim gözlerinde. bilmek ölmektir. bunu bir yerde daha uyumuştum. kurşunlar vızıldıyarak kırmızı ışığa yakalanmıştı kulağımın dibinide. üstümde ve yüzümde bir parça çamur, bir de çay fincanı. bir film yıldızı da vardı yanımda. ben aktör olmak için yaradılmışım dedi. sevindim, bir kentrilyonda bir kişide olsa farketmiş ne mal olduğunu. ben ölmek için yaratılmışım güzelim nokta
gözlerine harcadığım iş gücü, söz, şarkı, vakit nerelerdedir şimdi. Kuru kahveci mehmet efendide öğüttürdüğüm kahve tozunu tane tane saymak gibi birşey bu. sen bana bakma lafına gıcığım. sen bana bak hem de iyi bak. i think i am dumb. ama sen yine de bak. bence bir yaz bahar ya da kış akşamı görseydim gözlerini, yağmurun ışılıtılarını biriktirebilir ve gökkuşağından bir resmi geçit töreni düzenlerdim. kafam öyle karışıkki güzelim nar gibi şekilsiz bir küre şeklinde görünse de, içindeki taneler birbirine çarpıp duruyor jelatin gibi bir sıvı üstünde. şimdi bir pulp fiction gösterisi izleyeceksiniz. izliyorsun ama farkında değilsin güzelim. bütün filmlerde alt tema olarak sen varsın. bir besbol sopası seni nası hatırlatır bunu freud biliyor. kara içeceğimdeki kafein (coffee in) izlerinde silüetini görüyorum. beni kızdırma bebeğim bir tetiği çekişimde bütün john dillingerlar dize gelir. bunu sen de biliyorsun. kokladığım her gülde kan kokarken, gökyüzüne yumruk atmak kadar sevmak. evet katılıyorum. istikbal göklerdedir

22 Mayıs 2012 Salı

bu yazıyı okuyanlar ne kadar abesle iştigal etmekteler. bence buuuu kadar. hayır bence buuuuuuuuu kadar. o çok olmadı mı. oldu mu? "ya" olmasaydı türkçe bir depresyon olurdu dimi ya.başın öne eğilmesin aldırma gönül aldırma apaçiler gerilmesin gönül aldırma
şımartan aromalı bir kahve içtim. otobüsün ardından koşmama sebep olan bir cips ve gorilin eline verdiğim çikolatası... gezegenimiz yeterince yetmiyor
bir intihar vakası daha

21 Mayıs 2012 Pazartesi

I.E. Richards kahvaltıda

hoşgeldin mister Richard kahvaltıma. çay koyimmi
- çay alayım tabi
- sen şimdi donut falan da istersin?
R: yok azizim, bari sen yapma. bilirsin hep söylemişimdir böyle popüler şeylere karşıyım ben. hep zaten bu "popular commercialised entertainment" batırdı şiiri de edebiyatı da. Allah'tan "waste land" çıktı da tutunacak bir dalımız oldu.
- hmm. demek popülere karşı çıkıyosun. senin için "new" critic diyolar ama
-derler derler, eskisende new derler, yenilensen de. oysa ben yeniye karşıyım. ama eskiye de karşıyım. Hatta sizin şiirlerinizin hastasıyım. ne güzel,kurulmuş düzenin merkezini kaydıran şiirleriniz var. var olan gelenekçi şiirin içine ediyim ben. onu hareketlendirmek için merkezinden sarsmak ve direnmek lazım bence.
- zeytin de al azizim.
R- alayım üstadım
b- yaw üstat falan deme bana ayıp oluyo bak. hem sen dili ikiye ayırmışsın söyle bakalım iki dil bir bavul. yok karıştırdım. zeytin kelimesini iki dilde de söyle.
R- şimdi bir scientific ya a symbolic dediğimiz dil çeşidi var. burdan, zeytini telaffuz edecek olursak zeytinin minarellerinden,akdenizde doğuşundan, siyahlığından faydasından ayetlere konu oluşundan, bahsetmek gerek. emotive language içerisinde "zeytin" kara güneşim doğmassa masama, sabah olmuş gün doğmuş kimin umurunda derim. böyledir bunlar.
B- ya bırak romantik yapma.
R- yok ya, romantik yapmıyorum. Tamam mathew arnoldun bazı sözlerini destekliyorum. mesela adam demiş; "poetry... will remake our minds". ama ben bunu genel manada söylemiyorum. topluma öncü olacak birşey gibi algılanmasın şiir. o sadece kişisel bir yenileme yapabilir. ayrıca ben emotive language üzerinden romantik edebiyatı yapmıyorum. ben bir tecrübenin karmaşıklığından ve bütünselliğinden dem vuruyorum.
b- dem mi? tazeliyeyimmi şiirleri?
r- çay ve şiir duygularımın arasında bir karışım seziyorum işte. benim romantiğim böyle bişiy.
b- hea.
R- ben zaten emotive dili bıraktım. adam yerine koymuyorlar. critic dediğin nesnel olacak bilimsel konuşacak.
b-senin kökenler de zaten felsefeden geliyo. ohh, bulmuşsun yolunu. kimse beni anlamıyo bilader (paşa çaylar tokuşturulur). napcaz bu meseleyi?
R- dedim ya üstadım.
b- yaw deme üstadım falan.bak rezil oluyorum çocuklara
R- tmm tmm efendim. dedim ya bu populer eğlence kültürü herşeyi mahvetti. Ben kitaplarımda bahsettim bundan.okudun mu "practical criticism"
b-okumalı mıydım?
R- yok canım. sizin okumaya ihtiyacınız mı var. ben gençler okusun diye yazdım.
b- ne yazdın?
R- ya topladım gençleri bir odaya. verdim önlere şiirleri. ama gençler daha önce bu şiirleri ne okumuş ne görmüş. şiirlerin ne zaman yazıldığı, kim tarafından yazıldığı, nasıl yazıldığı hiç belli diil. okuyun la dedim. okudular. Koca şairlerin şiirlerindeki güzellikleri bulamadılar. Kötü şiirlere kötü şiir diyen oldu tabi. Ama imzaya bakıyor millet. Altına deseydim ezra pound yazdı, hemen derlerdi şiir budur. onun için senin şiirlerde imzasızlıktan güme gidiyor.
b- bence şiir, şaire uzak okuyucuya yakın olmalı zaten. beni tanımadan beğensinler beğenceklerse.
R- çok haklısınız efendim.
b- beyaz peynir ye bak kars otlu peyniri o. sizin oralarda yoktur.
R- böyle anadoluyu hatırlatınca benim "pseudo statement" geldi  aklıma. Duyguların ve tavırların rahatlamak açısından dışa vurumu ve şekillendirilmesi önemlidir. siz peynir dediniz karstan, işte kimi dem vuruyor tanrıdan. ya da bilim adamları konuşsun karpuzdan. hepsinde bu "pseudo statment a giriyo.rahatlamak için alayı. ama işte son zamanlarda çok bilimsel konuşur olduk. o da yeni nesili harap etti. lost çok bozdu.
b- hadi bitir tabağındakileri çok konuşma.
r- aman efendim sizi bulmuşum yemek mi yerim. sizin şiirlerinizde çok takdir ettiğim birşey var. ben buna kendimce "organic unity" diyorum. şiirinizdeki öğelerden birini seçiyorum ve birsürü bağlantı buluyorum şiirde geçen diğer imgelerle. ve bir sürü anlam türüyor ama bunlar bütünlüğü bozmuyor. bir de mesela bir kelime veriyorsunuz diğer bir kelimenin yanına koyunca ikinci kelime de bir anlam çoğalması oluyor. kelimeler arasında çok fazla bağlantı olsa da bir sürü anlamlar diğer bir sürü anlamlarla ayrı yerlerde durmayı başarıyor. ben buna şaşırıyor ve "interinanimation" diyorum vesselam.
b- ya kalk git ya. adam sandık kahvaltıya çağırdık. sen benim şiirimi anlamamışsın. benim senin gibi bir şiirim yok. defool. defol ulenn. döverim seni. hepinizi döverim.

20 Mayıs 2012 Pazar

no-named hero


-          Hocam ben önümüzdeki haftadan sonra yokum. Benim sınavımı erken yapsanız?

-          Hayırdır küçük bey, bir yere mi gidiyordunuz?

-          Evet, hocam.

-          Nereye?

-          Çalışmaya, hocam.

-          ….

-          İstanbul’a.

-          Ne yapacaksın orda?

-          Çöpe çıkacağız hocam.

-          Gitmesen olmaz mı?

-          Annem istemiyor ama babam… Ona yardım etmem gerek.

-          Sen-

-          İstemiyorum. Üstümüz o kadar çok batıyor ve öyle pis kokuyoruz ki.

-          ….

-          İnsanlar hep bize bakıyor.

-          Yok, onlar-

-          Bakıyorlar hocam.

-          Orada nerede kalacaksınız?

-          Her zamanki yerde.

-          ….

-          Depoda.

-          Depo?

-          Depo işte hocam, boş verin.

Boş veremiyorum Ramazan’ım. Bunları bana anlatmaman gerektiğini bilmiyorsun henüz. Beni neye dönüştürdüğünü… Keşke sıradan bir 6.sınıf çocuğu gibi rol yapsan. Tek tasası karnesine düşülecek Matematik, Türkçe notları olan… “Nerde kalacaksınız?” soruma dünyanın en aptalca sorusunu sormuşum gibi alaycı gözlerle süzdükten sonra baştan aşağıya öğretmen kılıfımı, küfreder gibi bir cevap savurmasaydın suratıma. “Boş verin.” Boş verenlerin bol olduğu çevrenden bolca duyduğun ve boş verilmişliğine teslimiyetinden söylemeyi alışkanlık haline getirdiğin bu kelimeyi bilinçsizce; sadece konuyu kapatmak istediğin için mi, yoksa çıtkırıldım ve kirli gerçeklerden bihaber görünümüme bakarak yapacağın uzun açıklamanın alacağı zamana değmeyeceğimi düşündüğün için mi sarf ettin bu kısacık, yetmeyen, yakıcı cümleyi? Peki, neden aynı ketum cevabı vermeyi sürdürmedin sonraki sorularıma? Neden aldandın ilgili halime, gösterdiğim şefkat kırıntısına, “Boş verin.” inin körüklediği dahasını bilme arzuma? Çocuk olduğun içindir. Henüz ufacık bir çocuk olduğun için… :

“… Kimi zaman kutularında, açılmamış yaş pastalara, pizzalara rastlıyoruz. Gerçi açılmış olsa da fark etmez, temizleyip yiyoruz.”

Yürüyebilmek için yazıyorum. Ne onların çöplüklerin üzerinde yükselen hayatlarını, ne de bu sefaletin bana hissettirdiği o… o duyguları acındırmak amacıyla. Ne yoksulluk edebiyatı yapmak, ne de “Uyanın ey ahali! Öyleleri var ki karnını doyurmak için sizin çöpe atacağınız ekmek; bunun üzerine tatlı yemek isterse de çöplerin arasında gözlerine çarpacak afili çikolata paketlerine muhtaç!” demek için. Onları sevmek için bir nedene ihtiyacım var. Çöp toplayan çocuklarımı... Yürümem lazım. Yemem… Yiyebilsem iyi olur. Onlar aklımdayken. Bana yalanlar söyleseler, belki… Bir çocuk saflığıyla dökülmese dillerinden tüm bu kör, hedefini şaşırmış keli-mermi-ler..?

Kendi bildim bileli korkağımdır. Kaçmayı en faydalı çözüm yolu bilmişimdir hep. Korkuyorum. Yarın sabah hayatlarına dahil olmak üzere yola çıkmak için kendime bir sebep bulamamaktan korkuyorum. Hayattaki en büyük korkum haline gelen bu şey… Bu, bu nasıl bir şeydir ki tüm hayatı… Hayır, anlat(a)mayacağım. Benim, şahsıma yalanlar söylenmesine ihtiyacım var: Uyuşmaya. O zaman belki, gün gelir ben de her genç kız gibi vitrinlere baka baka gezip alışveriş yapabilir, bir cafede oturup canımın istediğini yiyip içebilir, hareketli müzikler dinleyebilir, akşam rahat koltuğuma yayılıp TVdeki insan kılıklıların görüntülerine bakabilecek, ağızlarından çıkan plastik kokulu lafları dinleyebilecek tahammüle sahip normal bir insana dönebilirim. Benden aldıkları tüm bu şeyler için mi sevemiyorum onları? Hayatın üç kuruşluk zevkleri için…? Tüm bu üç kuruşluk zevkleri tatmak istiyorum. İSTİYORUM. ‘Normallik’i özlüyorum. Normallik diliyorum. Sadece kendim için değil, köküne kibrit suyu tüm dünya için. En azından, çocuklarımın besin kaynağı çöpler temiz, ayrışmış olsa..?

Merhaba Nefsim.

 güle                        güle BilGiinnng

18 Mayıs 2012 Cuma

bir tını gelir

tenine dokunan kara bulutularda üşürsün;
sağnak yağar anılar üzerine;
durmak vesilesisyle bir fasıl bekletirsin hayatı
bir fasıl;
bir ölüm bir nehir bir gökyüzü
ıslak olması gözlerinin
hiçbirşey ifade etmez
kelimeler zaten çığlıksızdır
kelimeler,suluboyası biten ressam.
kelimeler birdaha diriltilemez
belki efsaneydi kelimeler
iki şehir gibi
sodom ve gomore gibi.
ama bir tını gelir.
gitmez bidaha diyemem
gider.
gidene kadar beyinciğindeki damarlarına ulaşıp nüfus eder
küçük kördüğün mercimekten de mercimek kuvve-i hafızanda.
tenine dokunan kara bulutlar, tenindeki çarpışmalar
 dolu yağdırırlar;
sen ağlarsın, endülüsü kaybetmiş krallar gibi.
duyan,
duyan bir kara kaplı dertler,
duyan varmıdır karıncanın karda yürüyen ayakseslerini

ölü olmak çok sıkıcı geliyor bazen

ölmek vakti geçince,
vakit geçirmek epey zorlaşıyor;
ezanı duyuyorsun, ben duyuyorum
kalkamıyorum...evet sıkıcı
birşey diyecek oluyorsun, "portakal" mesela
turunculuğunda bir sessizliğe boğuluyorum.
bir pankart asacaksın olmuyor,tutmuyor ellerin,
bir slogan sallayacaksın dudakların arasından
bir tankın üzerine salınan taş gibi
çıkmıyor sesim.
evet, ölü olmak çok sıkıcı
yazları su kenarlarına oturup türkü tüttüremiyorsun.
kurbağlardan tiksinemiyorum.
bilmek dürtüsü kalmıyor. bilmek.. düşünsene bilmek dürtüsü kalmıyor. hafzalan almıyor hiçbirşeyi bilmek! kalmayınca
dişlerini bilemek... ne fayda...
fayda, hayatta kalanlara...
"vayki gençtim, ölümle paslanmış buldum sesimi".
ölü olmak neden sıkıcı biliyor musun.
insanlar bunu bilmiyorlar..

17 Mayıs 2012 Perşembe

kitaplar

atına atlamış geliyorlar kitaplar. yılların yıllanmış tozlarında.afakanların bastığı bir anda geliyorlar. kitaplar. geliyorlar.kitaplar, kirli sakallı adamları, öldükten sonra anılan yazarları, ve kel kalmış başlarıyla geliyorlar. geliyorlar ve kitaplar. durdurmak bir yaranın mürekkep akıntısı. vurmak, bir divitin dibine denemeden kağıtı. ve işte onlar geliyorlar.
bir mundar muzun kabuğuna çizilmiş, bir bizonun kıç bacağının derisinde. süslenmek sanatını bilmeyenlerden geliyorlar. kitaplar. kitaplar ellerinde şarap şişeleri, kola kadehleri, ve tuvalet kağıtlarıyla geliyorlar. korkun ki kıyamet günüdür, yerin yarılıp gökyüzünün dürüldüğü gün geldi. kitaplardan rulo yapan mısırlılar, ve onları dik yazan çinliler, duymak vaktidir söylediğimi. geliyorlar. yığınla ve zilyon kere zilyonca suratıma çarpıyor her sayfanın rüzgarı. kimse birşey kemirmiyor. geceleri gelen bu tıkırtılardır kitaplar. ölümyiyenler ve bira içenler. korkun korkmak hakkınızken. çünkü bir kağıt parçası, yırtılmış olmanın intikamını denizlerce mürekkeplerde biliyor. her yer kül. her yer küle bulanmış ve onlar durmadan geliyor. olmayan ayakları, durmayan sayfalarıyla. bir korkudur, kokuyor içimde

bir senegallinin kalp atışları

gece,
yürümek gerektiren eylemler vaktinin göstergesi
tanımlar,
unutkanlıktan çekinen insannların kullandığı sefertasları,
bana birşey söyle sevgilim;
intihar etmemek için tutunduğum son mızrak ucundaki kan pıhtısı.
ruj lekesi gibi geliyor bana

yazgım

aynada bir yorgunluk,
isyan eden insanların ayak izleri olmaz,
bir gül koklarsın, bir köpek yavrular,
bahçemizde salyangozlar da vardır,
ama öpüşmek, öpüşmek
bir dizeden yokuş aşağı yuvarlanmaktır;
dizleri üzerine çökmüş bir buzağının
ilk adımlarına kavuşmasıdır öpüşmek.
kapıcalar kasket giyer
bunu unutmak sevgilim.
her matematik sınavı
bir güldür dikilmesi gereken geometrik

şiirimin ortayolu

son zamanlarda şiir ekolündeki kısırlıklar arasında size yeni bir dünya getirdim.şiirin ön nesneleri;
1-şiir içinde bir ben içerir. ama şiirde "ben" geçmez. çünkü baktığımız herşey bir köpeğin gözüyle baksakda bizden birşeyler taşır.
2-şiir deki "zaman"  bir günün ezanlara bölünmesi gibi aralıklarla kaplıdır. zaman olgusunun gerçeklik düzeyi sıfırlanmış olduğundan mütevellid zaman şair manüpülative kurgusudur. zaman, şairin zeminidir.
3- şiirde sadece şairin bildiği bir ritim olmalıdır. okuyucu bunu bulabilirse ne ala.
4- şiir bir amaçtır, araç değil ve peşi sıra gelen fikirler birikintisidir küçük göletler halinde. bunlar takip edilerek açık denizlere açılır.
5- vıcık vıcık simge içeren şiirler de şiirdir. ama benim şiirimde gerekli değildir.
6-şiir hayatın küçük bir prototipidir. hayatta nası fuzuli şeyler varsa şiirimde de vardır. bunlar fuzuli değildir.
7- şiir kendimle çelişme sanatımdır. fikirlerimi savunmayın.

mahpus

açık havada dört duvar arasına sıkışanlar,
siz, boyununa kravat vurulmuş, hançerlerinin uçları mürekkepliler
dağların rüzgarlarını kasırga sanan parlak saçlılar
ayakkabılarını giymek için bile eğilmeyenler ( ve çıkarmak için)
yağmurdan kaçan takım elbiseliler
sizi bütün bu tariflerimden tanıyamasam bile
leş kokan gülümsemeleriniz
bir evrak dosyasının arasına sıkıştırılmış liralarınız kadar belirgin

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Chaos

bir yürümektir aldı başını gitti. önündeki mavi sırt çantalı adamı takip etmeye başladı. gökyüzü siyahla kaplı bir çatıya döndüğü için çanta da gece mavisine yaklaşmıştı. kulaklıklar, konuşkanlar ve taksim. caddenin sıkışıklığı insanlara zevk verirken, iddiasız adımlarla takip ediyordu mavi sırt çantalı adamı.yanından geçenlere sessiz selamlar veriyordu. mavi çantalı adam adımlarını hızlandırmaya başladı.
kenarda duvara yaslanmış aşırı mor rujlu kadın iki adam arasındaki ilişkiyi mesafenin sabitliğinden farketmişti. duruyordu düşünmektense. Teras katlardan birinde bir dövmeli adam aşırı mor rujlu kadını izliyordu. "Kadın" diye düşndü "kimbilir hangi oğlanı kesiyor". DJ aksiyonu artmış bir film sahnesine girmişti. dudağında uzun bir kül koleksiyonunu dondurmuş sigarası yere düşüverdiğinde, müzik durdu. Garsonlardan biri sigara almaya koyuldu. Mavi çantalı adam hala takip edilmekteydi. Peki bunu anlamışmıydı. sol tarafda yanan mumlara bakara iç geçirdi. mumların arkasında ara sokaklara açılan bir aralık. Aralığın sonunda repçi kılıklı karaltılar. Birden çantasına biri çarptı adamın. Dönüp baktı. Elinde iki malbora paketi olan bir genç "pardon" dedi.
  Mavi çantalı adamı takip eden, eline cep telefonunu aldı. Mavi çantaya büyüttü gözlerini, bir tuşla bütün film başlamak üzereydi. Bazen tv setini açmak kadar basittir katliam.
       bir köpek, uzun topuklu ayakkabıları koklar gibi yapıp yoluna devam etti. Kestaneci yanık kokusu alınca, adres tarif etmeyi bıraktı. Mini cooperli bir polis yol kenarına çekilmesi için mini etekli bir kızı ikaz etti. Kız aşırı mor rujlu kadının suratına bakarak küfretti. ama havada kaldı küfür. Hafif esen rüzgar küfrü hamburgercinin önüne sürükledi. Para dilinen kirli suratlı dilenci küfrü yüksek sesle bir adamın yüzüne haykırdı. Küfrü yiyen adam şaşırmıştı ve şaşkın şaşkın mavi sırtçantalı adamın uzaklaşmasını seyrediyordu.
bazen o kadar yazasım geliyorki. hemen silip atıyorum bu fikri. how i met your mother izliyorum.iyi geliyor.aç-tok karnı arasına

ütürk

bir türkünün kıyısını kopardım.
buharı üstünde yedim.
geriye türk kaldı.
hay aks ü

-terli terli başlık yazma - tamam anne

Bir doğumgünü arafesinde sana yürümek alışkanlığı
penceremde olmayan çiçekleri susamak alışkanlığı
varmış gibi yapıp ellerini yüzüme sürme hastalışkanlığı
bir de gözlerinin renginde olabilirse eğer bir civanın akışkanlığı
o zaman seni seviyorumdurlar müzesine kartvizit bırakma fermanı
boş ol.
yoksa sen yok sa sen, hami misin? şu trabzonlu sol ayak ustası.
yıldızlı pekiyi verdi bana öğretmenim.
ama kırmızı kurdelemi cemal abilerin arsasında koparttılar.
iki kişiydiler.teke tek gelselerdi de dövemezdim. ama...

bir doğumgünü arefesinde sana yürümek alışkanlığı

bilmiyorum böyle bir başlık güzel durdu.yani bence yazmaya gerek yok. hadi yazmayalım. tamam

sana da öyle mi geldi?

...aslında okuduğun bütün yazılar bir öncekinin devamı; ansiklopediler aşk romanlarının mukaddimesi mesela. Ya da bir coğrafya kitabı. Bir bilimkurgu filminin ortası. Sana da öyle mi geldi?
bugün okuduğum kitap dünkünün kaçıncı bölümüydü bilemedim. Raskalnikov, Daisy Miller'in annesi değil mi?
bilmiyorum bu bulutlardanmı ama sanki bir orhan veli konuşuyor. zil çaldı

galeta unundan pasta yapmak tadındasın.

ve fakat bunu sana söyleyemiyorum. bağlaçlar kullanım alanının dışına çıkarsa ancak o zaman hayattan zevk alıyorum. Hayır, bunu hiçbir filmde görmedim. Belki beklemek derbisinde berabera kalma sevinçleri bir varmış bir yokmuş. Galeta unundan bir de kule yaptım. İnsanlık şaşkın, ne diyeceğini bilemeyen değil, konuşmayı öğrenemimiş bir çocuk diliyle duruma bir ışık tuttu; galata kulesi.
işte insanlar galeta unundan yapılan kaleleri alladılar pulladılar, üzerine bir de destanlar. ben kral zexus. efendileri olmuşum kölelerimin. Ben kıtalarda yaşayan canlıların sahibi. bulutları nefesiyle yönlendiren asil gemici. ben suları tersine çeviren bir su bükücü. sen kim oluyorsun da bana aşktan söz ediyorsun.
aşk yılgın masalların ortasından fırlayan gerçekliklerde kaldı. sarhoş bir dilencinin delik cebine eline attığında, bulamadığı bozuk para;aşk

rakı bir balık türü müdür

şişesinde balık olduğu sürece rakıya çıkardı. balığı sade içemez illa meze isterdi. birgün içerken zehirlendi.ki bunun adı kılçık zehirlenmesi. kör olasıcılar sahte rakıları denize salmışlar. balıkların kafası güzel.permalı.ellerinde manikür. belki de bu bir japon balığı. üzerinde kırmızı boğa karıştırırsan artar kalbinin çarpıntıları.taurus. bir bilmecede boş kalan son iki kutu gibisin. yukardan aşağı
bir fikrim var yüksek bal esintilerinden
bir fikrim var bir fikirde bulunmak kadar.
bir fikrim var ismi kadın
ve bu kadın kirpikleri kalın
bir erkek fikretle çıkar.
bir fikret var fikrimde demeliydi kadın
oysa bıçaklar keskindir. kuslar gagalı.
kadın adamı google da tarattı.
bir sonuç uçmak kadar güzeldir
yoktu banka hesapları karglarında
kargış;adreslere postalanamayacak kadar
postu kalınımtırak gözlerinde kaybolmaktır.virgül

tütsü

tütsülenmiş fakat ütüsü bozuk bir tavuk
dürtüsü.
kimse yumurtalarıma yumruklarıyla yamultmak.
akışkan ve fişekken bir çiftliktir sana asılmak
evet, istersen evden gelmek gerek.
duymak facianın eşiğinde şaşkın bir kuzunun
şişinde kebap olmaktır
kimilerinin dediği kebabas, bir kare as tavlasında
olmak gibi bir mars
zamanın densizliğinde durgun yüzen sazan.
kimse seslerini sizin kısımsız kızamıklarından,
yalnız kalmak başkadır yutkunup da kan
kan kırmızı kalıp asılsız ter bezlerini kokla sen
yokluğunun tadında bir kalp atışıdır unutkanlık

14 Mayıs 2012 Pazartesi

yazdığım bütün resimlerde ismin var

belki sen de varsın. pardon söze skeptik yarı nihilist bir pippi gibi başladım.
ama taşlar vurulduğunda düşer güvercinler.
ki ben bir kaç köşeli yıldızlarda takılı kaldım.
bir tür bronş tanıma tabiyatıdır nargile. ben de öyleyim
yasaklar, yanına tik atılmamış maddelerin solmasıdır güzelim
bu söz bana hep albayımı düşündürüyor

13 Mayıs 2012 Pazar

Yeni basılmış bir kitabın kokusu, uyuşturucuyla aynı etkiyi yaratıyor"muş

yalandır. bunu söyleyenler uyuşturucu etkisinin nasıl bir etki yaptığını biliyorlar mı. bence bilmiyorlar. yeni alınmış bir kitap kokusu belli sebeplerle gevşme hissi yapabilr sadece. birinci neden, kitap yeni alınmıştır, yani kapitalist mabedlerden alınmış bir relic, günümüzün ibadet etme anlayışıdır. ikinci sebep, yeni alınmış kitap eve giderek okunuk çoğunlukla. alışveriş sonrası yorulduğumuz için yatarak okuruz yeni kitaplarımızı. işte kokudan gelen gevşeklik aslında yatarak uyku hormonlarımızı tetiklemkten ibarettir. çok kitap okumak hem fiziksel hem psikolijik zararlara neden olur. bunu da başka zaman anlatırım.

yoyo çocuk oyunu mudur?

yoyonun tarihi aborijinlere dayanır. aslında bu çocuk oyunu dediğimiz şeyi savaş aleti olara kullanırlarmış. sonra çocukların eline nasıl geçmiş diye şaşırmayın. çünkü savaş yetişkinlerin oyuna duyduğu hasretten ibarettir. çocukken nasıl sokak kavgaları mahalle maçları (ki bunlar savaş havasında geçer.kazanmak hayati bir meseledir) yetişkinken geride bırakmak zorunda kaldığımız bir takım alışkanlıklardır. Ve fakat ( sırf hava olsun diye kullandım) alışkanlıkarı bırakmak zordur. Hatta bir alime göre yemek yemek de bir alışkanlıktır ve açlıktan kimse ölmez.sadece yemek alışkanlığı bırakıldığı için ölünür. İşte bu sebeble ergenlik vizesi almış yetişkinler elinde belli bir miktar güç bulundurduğunda bilinç altına bastırarak attığı vazgeçilmiş alışkınlıkarın "yetişkincesini" oynarlar. velhasıl yoyo bir çocukmaktır.
Belli bir konu üzerinde sabit fikirlerle ve o konu üzerinde daha önce araştırma yapmış "bilim" ya da ne biliyim adamlarının sözleri alıntılanma yoluyla derlenmiş yazılara akademik yazılar denir. yazılar ikiye ayrılır. sade yazılar ve duvar yazıları. Ben bu yazıların hepsine karşıyım. Bilimsellik dediğimiz şeyin zaten propaganda amaçlı ve kitleleri yönetmeyi amaçlayan özelliklerini bilmeyen kalmadı. Bkz. Foucault, Barthes... onun için leylak büklümlerinin kıvrıldığı yerlerde yaşam vardır.
Not: Bu benim elbetteki şahsi kanaatim.
haşiyenin haşiyesi; şahsi kanaatım dediğinizde fikirleriniz dokunulmazlık sahibi millet vekillerine döner. postu ve moderni seviyorum. bu insanın çiğ köfte yemesi gibi birşey.

insanların tetikte olmama haliyle ilişkili burun çekme olguları

sinek kanatları değersizdir. nokta bir noktalama işaretine dahil olduğu sürece coplar heyecan verici cümlelerin sonuna konur!

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Bir Mersiye, Bir Şemsiye




yağmurda yürürken ağlama metaforu artık eskidi
zaten ben ağlamak için güneşli günleri tercih ediyorum,
zira daha pervasuz ve daha can yakıcı oluyor.

ve yağmur taneleri bir mermi gibi sekerken karanlık caddede.
en yapılası şey "bir bilet lütfen"
uzak bir beldeye, bir sheaskir eserine, bir sokak dövüşüne.
yok yok aşk filmine olsun.
"damsız almıyoruz beyfendi" gamsızsam peki ?

yine yağmur, yine koşturmaca.
yağmurda yürümeyip saçaklarını altında bekleyen insanlar
ya edebiyat bilmez, ya hastalık hastası zannımca.
eğitebilseydim bir yağmur tanesini
kızıl saçlarından bana haber getirir miydi acaba?

her gördüğüm rögar kapağına, hiç atlamadan özenle basıyorum hala
kendi pisliğimin içinde boğulma metaforu anlayın işte.
türkiyede şiir yazmak da bir başka,devletimiz çok yaşa.

kafiyeler sıkıyor bazen, tıpkı sizi anlamayan insanlar gibi
çok ama gereksiz.
sepepsiz değildi elbet hiç bi gidiş, yada ne tek fail ne tek katil.
mesnetsiz bir suç da olabilir bu.
ama yalnızsan ve yağmur varsa insan hepsi önemsiz.

buraya bir küfür alayım lütfeeennnn.
biiiiiiiiiiiiiiiiiipppppppppppp
bana bi "şems"* iye lütfen
birazdan güneş çıkar. Kim mi güneşta ağlar?

*şems : güneş

4 Mayıs 2012 Cuma

ince fırçayla boyadım çok kötü renklere boyadım. aslanın resmini. ve kükredi kolalı kafalarla. ısınmak ve  özlememekk için
hadi bana bişiy söyle de uçurtma yapalım. beste  olsun uçurtmanın adı ve çitası. ne kadar enteresan. yüzümü yalayan volkan buharları gibi olmamayı tercih ederim.
amerikanlar ruslardan makine satın alıyo. ruslar amerikanlara mal satar mı. faşist onlar. kim faşist emin değilm acı.faşism diyince kastro mu aklına geliyo:yanlış söyledim mussolini.faşism insan başarı dram kompleksizizim.)sendromu( devamına yaz bide sendrom yaz.
uçmak insanların gazoz kapağıyla açamayacağı
 kadar .... ağrılı ve yavaş bir ölüme sebep olabilir
hacı burdan bizimi seyirçiler mi çekiyo
ahır,yaprak, apartman geliyo.üniversite diyince de akla ilk gelen hacettepe.nin kırmızı tabelası. develer ahır yer abi. otobsüte hacı sabahleyin.güzel kız hacı. hacı sarışındı ve mavi gözlü yuvarlak yüzlü böyle. 1.75 boylarında. hacı yüzü dolgundu ya, çekikti.kedi gözlüydü böyle aynı. burun... kırmızıydı haci. haci nası?- hacı palyaçoydu. yüü çok güzeldi bilmiyom. -palyaçoyu otobüste mi gördün lan?
hoca oynalıym şunu be.tavla burdan oynbanıyo
ne tip fotografların var anlamıyorum. çok berbat cok irencim ya. ben bunu açıyorum hacı oynayalım hemen. kaslar gevişkenliği zamanında susmak. şimdi tavla ırmağı
aklımdan geçen asma kapılı filler.durma kadın durma ağla bilmiyorum yanlış oldu.no woman no cry. hayır kadını ağlamıcakmışın süsliyip püsliyip kentini yağmurlarla randevuya gitçekmişin. dünya böyle döndükçe kendne aynadan bakmamalısın. aşk demek insanlıktan çıkmış fahşice koşan bir ispanyol boğasına avucundan su içirmek demektir. sevişmek yasaksa yasak kalır aşkımız

2 Mayıs 2012 Çarşamba

delirmek hakkımdır

delirmek hakkımdır; çünkü duymuyorum o sesleri, bir çeviri beceriksizce. delirmek hakkımdır; beynimde ve çevremde çan sesleri. daha ne olsundu mavi gözlü bir itin gözlerime bakması; elbette delirmek hakkımdır. yürümek; onu bilmiyorum
delirmek hakkımdır.delirmek
delirmek. hakkımdır delirmek
delirmek; coca cola
salah; hakkımdır
delirmek hakkımdır hakkımdır delirmek hakkımdır delirmek hakkımdır delirmek delirmek hakkımdır hakkıdır hakka tapan. delirmek; mercedez-benz marka bir araca binmek.
 su şaha kalktı ve uyudu ateş. yasak bir sınır çizgisinde yürüyorum. bunu ben de bilmezken insan yaratıldı gözümün önünde. delirmek umrumdadır.
bugün, okuyamıyorum. delirmeksiz bir tencere. paslanmak hakkımdır

devrimci

kasılmayan güzelliğinin ortasında dimdik bir bayrak dikmek. Mevzu bahis kişiler hacamat edilmiş, dahi arkası bir kaç aşire de tüketilmiş. Devrimci, bir uçurumun üstüne yürüyüp, beynin kıvrımlarını tütsülemek onlarca marşla. Ve şakakların, Şakakların kan akıtırcısına düşünebilmekteysen; devrimci* bir piskozu freudsuz düşünme hali ve ismin de hali
dünya beni dinle,yankılarımı, fısıltılarımı, sinüzit olmuş delikanlılık laflarımı. Dün ya, mazide kaldın ya, aklıma gelirsen bir norveçli bilim adamının kobayı olayım. dünyyya beni dinle. emir kun der. sen de olursun. başka sorusu olan. Dünya beni dinle, git settirtmeden kendini. bir gökdelen hayalini yıkma gelen belediye reisi. reyisi çekimser. bir korkular aromalı çekirdek yemek gibi midir gökyüzünü dürmek. Bulutları nefesimle ittirmek. Dünya beni dinle, yoksa kırılacak boynuzlarını gözümü kırpmadan kırararım. Bir fasılın ortasınna atarım seni
nefesimle çektiğimden beri içime dünya. Soruyorum kendime. Acaba gerçekten pırasa var mı? pırasa denilen şey gerçekmi? o pırasaki insanları birbirne başka yeşilliklerde bağlar. dünya beni dinle. bir kaç yüz çeşit yeşilinin olduğunu farketmeme beş var saat. dikkat et!
bu kelimeler benlen sevişmek istiyor. başımı çevirip nayır diyorum.replikler yankılanıyor.
bu beden birden kesilen bir akıntı buluyor gergedanımda. otbüse geçikiyorum, otobüsü kaçırmak herkesin harcı değildir. öncelikle bir kaçırma planı yapmalısın. bir de kuvvetli olmalısın ya fiziksel olarak, ya da otobüsü kaçırmak için dozer tutacak kadar maddi güce sahip olarak.
İntihar etmek, sevgilim, pişmanlıklarının birikintisinden dikey geçişli köprüler yapmaktır. şu yolda geçene selam vermemek, sayısal loto oynamaktır intihar etmek. İntihar etmek, bir kuşun gagasından gelen tek heceli sestir sevgilim. dinliyorumki gölgeni, adam olayım. bana birşeyler söyleyin, yoksa adam olamayacağım. bir de aşk var. Aşk doldururkenn görkemli bir hayat hikayesini, arta kalan kırıntılarla mutlu olan kırlangıçları düşle. bu sana yetiyor olmalı albayım.
düşünmedim yeşilini,eriğin,gözlerinin, ve sinema ekranının. düşünemedim. disk kapakalarıma çullandığım bir vakit, sen geldin sere serpe. bir nefes kalmıştı dudaklarını hissetmem..ıslak.ama yanaklarımda. beni anlıyorsun sevgilim. Beni anladığını bilmeseydim, methiyeler düzmezdim köşede sıkıştırıp. anlıyorsun ya, ölmemek; bir ayıp değildir güzelim.

1 Mayıs 2012 Salı

"ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende" yorgunluk bitti, ve en kırmızı kasındandan astılar adamı, burnu yere değdi, sarı toprağa; sürttü. ölmek için dağlara çıkmaya gerek görmedi. bir çamur birikintisi
vay ki insanları gömmek dürtüsünde buğulu bir balık;susmak; bir bıçağın iki keskin ucundan üçüncüsü
ölmek veda edememktir korku veren yüzüne. sevdalanmaktır dizleri olmayan çiçeklere
ölmek dudaklarında öpüüşmektir çatlakları arasında.
bir kabul ediyorumdur ölmek
söyleyin onlara bıraksınlar beni bıraksınlar geceleri ve kulaklarımı tırmalamasınlar
söyleyin gelmesinler söyleyin; söyleyin zehir zıkkım gibi bakmasınlar
örnek; kusmuğunun içinde boğulma nevinde,
başarısız bir tablo girişimi
resmen, şiiren, irticalen duyula
                                                                  ölmek
                                                               ü           y
                                                             ç               a
                                                          g                    r
                                                        e                        a
                                                      n                            t
                                                    l                                m
                                                 e                                     a
                                              r     akı    sisesinde    balı     k                            
kadınlar ne ister he bide yahudiler?
ne isterlerse ister
arzu,şevk ne isterse onu ister
bir yahudi, bir de fransız
yahu diildi hikayesi
hikayeler beynimde sarkaçlarla açılan kapitülasyonlardan olmaya hüketme eylmenin uzantılarından uzaklaşma çabasından başka birşey değil
isim;yahu
soy isim; çıplak "yahu"
soyma isim
babadı;dübür
anadı; belli değil
vatandaşıdır vesselam

davam

yürüyorum,
mesken tuttuğum bakışlarının ötesine
her dava yürümekle başlar
bir de şu başımdaki ağrı olmasa
damarlarım
dam arlarım çatlamasa
davam,
beyinciğime sülfür döken
iblis.
hatırlamadığım şeyleri
bilmediğim mekanlarda,
söylemediğim sözleri
kusmak
evet kusmak
hem de genzimden.
davam; yığınla yığdığım kitaplar;sigaralar;pergeller;durmadanüşüşüenyağmurlar
d-avam; ben,dün,sen,gökkuşağı
dinmiyor dinmiyor mağaralarında uğuldayan vaşaklar
bir dinse şu güneş
bir bulut salkım salkım yağsa
gök
vanilya renginde esse
bırakacağım
bir ağac yaprağından ayrılırken
inan bırakacağım
ve seni bekleyeceğim
ama şimdi gitmeliyim
unuttum anahtarlarımı ve beynimi
bir kıraathane sehpasında
1 mart 1980 tarihinde doğmuş bir karar vardı. noldu.uyudu. bide 1993te de bişyler vardı. şey vardı. araf vardı.arafat-rabin vardı. noldu.lipton salla da içelim