20 Mayıs 2012 Pazar

no-named hero


-          Hocam ben önümüzdeki haftadan sonra yokum. Benim sınavımı erken yapsanız?

-          Hayırdır küçük bey, bir yere mi gidiyordunuz?

-          Evet, hocam.

-          Nereye?

-          Çalışmaya, hocam.

-          ….

-          İstanbul’a.

-          Ne yapacaksın orda?

-          Çöpe çıkacağız hocam.

-          Gitmesen olmaz mı?

-          Annem istemiyor ama babam… Ona yardım etmem gerek.

-          Sen-

-          İstemiyorum. Üstümüz o kadar çok batıyor ve öyle pis kokuyoruz ki.

-          ….

-          İnsanlar hep bize bakıyor.

-          Yok, onlar-

-          Bakıyorlar hocam.

-          Orada nerede kalacaksınız?

-          Her zamanki yerde.

-          ….

-          Depoda.

-          Depo?

-          Depo işte hocam, boş verin.

Boş veremiyorum Ramazan’ım. Bunları bana anlatmaman gerektiğini bilmiyorsun henüz. Beni neye dönüştürdüğünü… Keşke sıradan bir 6.sınıf çocuğu gibi rol yapsan. Tek tasası karnesine düşülecek Matematik, Türkçe notları olan… “Nerde kalacaksınız?” soruma dünyanın en aptalca sorusunu sormuşum gibi alaycı gözlerle süzdükten sonra baştan aşağıya öğretmen kılıfımı, küfreder gibi bir cevap savurmasaydın suratıma. “Boş verin.” Boş verenlerin bol olduğu çevrenden bolca duyduğun ve boş verilmişliğine teslimiyetinden söylemeyi alışkanlık haline getirdiğin bu kelimeyi bilinçsizce; sadece konuyu kapatmak istediğin için mi, yoksa çıtkırıldım ve kirli gerçeklerden bihaber görünümüme bakarak yapacağın uzun açıklamanın alacağı zamana değmeyeceğimi düşündüğün için mi sarf ettin bu kısacık, yetmeyen, yakıcı cümleyi? Peki, neden aynı ketum cevabı vermeyi sürdürmedin sonraki sorularıma? Neden aldandın ilgili halime, gösterdiğim şefkat kırıntısına, “Boş verin.” inin körüklediği dahasını bilme arzuma? Çocuk olduğun içindir. Henüz ufacık bir çocuk olduğun için… :

“… Kimi zaman kutularında, açılmamış yaş pastalara, pizzalara rastlıyoruz. Gerçi açılmış olsa da fark etmez, temizleyip yiyoruz.”

Yürüyebilmek için yazıyorum. Ne onların çöplüklerin üzerinde yükselen hayatlarını, ne de bu sefaletin bana hissettirdiği o… o duyguları acındırmak amacıyla. Ne yoksulluk edebiyatı yapmak, ne de “Uyanın ey ahali! Öyleleri var ki karnını doyurmak için sizin çöpe atacağınız ekmek; bunun üzerine tatlı yemek isterse de çöplerin arasında gözlerine çarpacak afili çikolata paketlerine muhtaç!” demek için. Onları sevmek için bir nedene ihtiyacım var. Çöp toplayan çocuklarımı... Yürümem lazım. Yemem… Yiyebilsem iyi olur. Onlar aklımdayken. Bana yalanlar söyleseler, belki… Bir çocuk saflığıyla dökülmese dillerinden tüm bu kör, hedefini şaşırmış keli-mermi-ler..?

Kendi bildim bileli korkağımdır. Kaçmayı en faydalı çözüm yolu bilmişimdir hep. Korkuyorum. Yarın sabah hayatlarına dahil olmak üzere yola çıkmak için kendime bir sebep bulamamaktan korkuyorum. Hayattaki en büyük korkum haline gelen bu şey… Bu, bu nasıl bir şeydir ki tüm hayatı… Hayır, anlat(a)mayacağım. Benim, şahsıma yalanlar söylenmesine ihtiyacım var: Uyuşmaya. O zaman belki, gün gelir ben de her genç kız gibi vitrinlere baka baka gezip alışveriş yapabilir, bir cafede oturup canımın istediğini yiyip içebilir, hareketli müzikler dinleyebilir, akşam rahat koltuğuma yayılıp TVdeki insan kılıklıların görüntülerine bakabilecek, ağızlarından çıkan plastik kokulu lafları dinleyebilecek tahammüle sahip normal bir insana dönebilirim. Benden aldıkları tüm bu şeyler için mi sevemiyorum onları? Hayatın üç kuruşluk zevkleri için…? Tüm bu üç kuruşluk zevkleri tatmak istiyorum. İSTİYORUM. ‘Normallik’i özlüyorum. Normallik diliyorum. Sadece kendim için değil, köküne kibrit suyu tüm dünya için. En azından, çocuklarımın besin kaynağı çöpler temiz, ayrışmış olsa..?

Merhaba Nefsim.

 güle                        güle BilGiinnng