11 Mart 2012 Pazar

o gece gördüğüm korkunç olay ( the horrible event which I saw that night)

gümüş renkli silahını anlına hafifçe dayadığı sırada aynada, silahın yaptığı parıltı gözlerini aldı. Milyon kere milyondan daha klasik bir sahne yaşıyordu hayatında. Başarısızlıklarının ardı arkası kesilmeyen bilmem kaç milyonuncu bir erkekti o. İlkokuldan beri başarısızlıklarla boğuştu. İstediği liseyi kazanamamış, istediği üniversiteye gidememiş ve istediği mesleği edinememiş biriydi. Daha kötüsü istediği kızı elde edememiş ve sigarayı bırakamamıştı. Hatta sigarayı bırakma için gittiği seanslara yığınla para vermişti. Biriktirdiği yığının büyüklüğü tartışmaya açıktı tabiki. Böyle sanki beni başkası anlatıyormuş gibi yazmam bile kendime duyduğum acizlikten. silahı eline alanda kalemi eline alıp yazan da bendim. Böyle bitmemeli diye düşündüm ve arkamda hiç olmazsa bir kaç satır yazı bırakmayı istedim. Tıpkı filmlerdeki gibi. Evet bunalımdaydım, falandı filandı. Her intihar eden insan gibi ben de kendimce bahaneler üretmiştim. Arkamda bıraktığım bu mektubu okuyacak birileri bile çok azdı ya da anlayacak. Ama insan bu işte. Tam ölmek üzereyken sonsuz olmak istiyor ve biraz karalamak istiyor. Bu yazıyı en fazla polisler bulur. 3.sınıf gazeteci arkadaşım meral'in eline geçerse belki o bir gazete köşesinde yayınlar. İnsan en çok ölümü kokladığında yaşamayı biliyor. Asıl intihar etme sebebim. Gördüğüm bir olay karşısında sessiz kalıp hiçkimseye söylememek.
"bazen ölüm gelip seni sorarsa
yaşamadığını söylemek istersin
ama o bilir,
bütün adreslerde yaşayan cesetler
azrailin çay içmek istediği
-ama şekersiz içer-
gözleri puslu insanlar
arkasında bir kaç mektup
ve bir kaç sevgili bırakırlar
cesetleri kokmasın diye
Televizyonu olmayan bu insanların
illaki buzdolapları vardır içi boş"
işte bir şiir bırakıyorum ardımdakilere. Neyse ünlü olmaya gerek yok. Ben basit insanların hayallerini bile rüyamda göremedim. Neydi bu insanların hayalleri. Evlenmek, kadınlanmak, paralanmak ve arabalanmak. Evet Herkesin hayali bundan ibaret. kimse kendini kandırmaya çalışmasın. Ben bile bu yazıyı birgün ünlü olurum diye yazıyorum. Dalga geçmiyorum. Tamam intihar ediyorum ama intihar eden benim karakterim. size bi şekilde sesimi duyurmam lazım ve bu aptal yazıyı nerden bulup okuyacaksınız bilmiyorum. Bir dakika. Bu aptal bir yazı değil. Önce kendim saygı duymalıyım kendi yazdığım yazıya. Bir gün çoook ünlü biri olduğumda, önce kitaplarım sonra filimlerim ve en son şiirlerim yayınlandığında. Bir medya programında bu yazıyı okuyup gülüşerek bana yöneltilen soruları yanıtlayacağım. Bu, kibritçi kızın elinde yaktığı kibritle ısınması gibi bir şey olmalı. Ama hayat yeterince kısaysa bir kibrit çöpü sizi ısıtabilir. Dışarda yağmur yağıyora benzer sesler var. Benim bulunduğum yerden gökyüzü gözükmüyor ve sarı tokmağı olan tahtadan bir kapım var her çaıldığında gıcırdayan.
Evet, intihar etmek üzereyim ve silahın aynada yaptığı parıltı beni planlarımdan bir kaç dakika alıkoydu. Şahit olduğum bir olay beni intihara sürükledi diyordum. Evet şahit olduğum olay. Gece saatlerinde cadde kenarında bir restoranı izliyordum. Unut gitsin hiçbir şey olmadı demek isterdim size. Ama böyle diyip bitirirsem arkamdan küfredersiniz biliyorum. Neyse son müşteriler de restorandan çıkıyordu. Birden o heyecanlı hızlı müzğini duymaya başladım. tempo artmaya başlamış içerde, kasiyer ve yanındaki adam günün hasılatını topluyorlardı. heyecan gittikçe artan bir müzik gibi artıyordu. Kadın ve erkek tartışmaya başladı. Bunu görebiliyordum. Evet müzik de tempoyu iyici arttırmış ve kulağıma vahşi batı filmlerinden bir soundtrack geliyordu. git gide hızlanan desperado müziğine benzeyen birşey. Restoranın kapısından bir amigo her an içeri girecekmiş gibiydi. Restoranın kapısı da şu teksas salonlarındaki çift kanatlı yaylı kapılardan olsaydı keşke. İçeri amigo girmedi. Ona benzer yaşlı, üstü başı kir pas içinde bi amca girdi. sıfatlardan hangilerinin hangilerinden önce geleceğini bilmiyorum. Bu beni kötü bir edebiyatçı yapar. Ama Biraz şansınız varsa ömrünüzüde en az bir kaliteli yazar tanıyabilirsiniz. Azrail sizi okşamadan önce kaliteli bir köşe yazısı okuyabilirsiniz ve biraz fazla şanslıysanız dünyaca ünlü bir yazarın gerçekten ne kadar kalitesiz yazılar yazdığını ve kitap imzalatmak için kuyruğa girenlerin ne kadar geri zekalı olduğunu fark edebilirsiniz. Daha o noktaya gelmediyseniz üzülmeyin. Beni düşünün. sizden daha aşağlarda sıradan insanların hayallerine bile ulaşamamış birine bakın ve kendinizi gerçekten iyi bir konumda hissedin. Belki evinizdeki kanepede oturup az sonra başlayacak maçı izlemeye hazırlandığınız için kendinizi dünyanın en mutlu adamı zannedin. Yok, evdeki kadınsanız, az sonra başlayacak maçı izlemeye hazırlanan erkeğinize bakın ve ne kadar mutlu bir aileye sahip olduğunuzu düşünün bana bakıp. Bana bakın çünkü ben ölmek üzereyim. Size bir sır vereyim mi? siz de ölmek üzeresiniz. ama ölmek reytingleri çok düşük olan ve cumartesi sabahları yayınlanan bir tv programını sadece sizin izlediğinizi keşfetmek gibidir. İnsanlar ölmek üzere olduğunu çeşitli diyet programlarıyla gizleyebiliyorlar. neyse bu önemli değil. Bu hiç önemli değil. sizin ölmek üzere olduğunuz benim umrumda değil. Asıl mesele yazarın ölümü. Yazar burda ölmek üzere. Bu kutsal görevi ben üstelendiğim için siz rahatlamış görünüyorsunuz. Çünkü şu an tanrılara ya da tanrınıza bir kurban vermenin rahatlığı içindesiniz. Ben ölmek üzere olduğum için siz otomatik olarak kendinizi ölmeyecek olanın yerine koydunuz. Tebrikler. Dünyanın en sıradan, bayağı insanı ödülünü size vermek istiyorum. Ölüm şeklinizin iyi olup olmadığını anlamak istiyorsanız, aklınızdan o anda geçen film şeridinin kaç mm olduğuna bakın. eğer 35 mm ve üzeriyse iyi bir ölüm sizi bekliyor demektir. Neyse gördüğüm olaydan bahsediyordum size. Yine o restorandayız, Bu sefer müzik yok, çok büyük bir sessizlik var ve restoran sahipleri olduğunu düşündüğüm erkek ve bayan gözlerini içeri giren yaşlı amcaya diktiler. Dikkat edin, eğer içeri giren şahısa yaşlı adam deseydim bu demektir ki içeri giren şahıs kötü adam. kimseye çay söylemeyen bir insan. ama ben yaşlı amca dedim. Bu, onu sizin gözünüzde masum yapmaya yetmedi mi? Bazenn ne kadar kaliteli yazar olursanız olun, sizin reklamınız yapacak tek firma ölümdür. Arkanıza dönün ve bir bakın. Öldükten sonra ünlü olan kaliteli yazarların sayısı izlediğiniz porno filmlerden kesinlikte daha fazla. Bu demektirki, çoğu yazar öldükten sonra ünlü oluyor. Çünki hayattayken bu adamların kıymeti bilinsede kıskanıldıkları için ünlü olmalarına izin verilmiyor. Siz yine de hikayeyi anlatmamı istiyorsunuz değil mi. Oysa ne kadar körsünüz. size zaten iyi bir hikaye anlatıyorum. ama siz gerizekalı yaşlı bir adamın girdiği restoranda napacağını merak ediyorsunuz. Hayat bütün ayrıntıları öğrenecek kadar uzun değildir. Gördüğünüz ilk ayrıntıyla evlenin. Peki, bu yaşlı amca iyice kasaya yaklaşıp birşeyler söylüyor. Erkek ve kadın birbirine bakıyor bir kaç kelime birşey söylüyor ve kasadan bozukluk çıkarıp adama uzatıyorlar. Yaşlı adam parayı alıyor, cebine uzanıyor. Cebinden siyah bir cisim çıkarıyor. Siyah küçük bir fare olduğunu anlıyorum bunun. Kasadaki kadın çığlığı bastığına dair hareketler yapıyor. Bazen insanların ne dediğini anlamasanızda ne yaptığını iyi bilirsiniz. Bu size ölmek için iyi bir neden vermez ama bazen bozuk paralar ölmek için yeterince bozuk değildir. Adam fareyi silah gibi restoran sahiplerine doğrultuyor. Bu sefer, erkek olan koşa koşa biyerlere gidip hemen geri geliyor. Sanırım faresi için yiyecek istiyor adam. Asıl soru ise şu, henüz kendimi vurmamış olmama rağmen benim elimde niye kan var? Peki bu sizin için önemli bir soru değil, çünkü siz adamın ne yaptığıyla ilgileniyorsunuz. Adam yiyecekleri de alıp restorandan çıkıyor. Bende merakımdan adamı takip etmeye başlıyorum. Adam bir eve girmek üzere ve tahtadan kapının önünde duruyor. sarı tokmağı tutup kapıyı ittirerek içeri giriyor ve masasının başına kanepeye oturuyor. elindeki farenin kafasını masaya sertçe vurarak farenin beyinin paramparça olmasını sağlıyor ve adamın masası kızıl bir renge bürünüyor. elini silmek için mendil ararken çekmeceye uzanıyor ve mendil yerine silahıyla göz göze geliyor. Tam 35 mm lik bir film şeridi de aynı anda aklında hareketleniyor. Adam bir yandan birşeyler yazarken kanlı olan sol eliyle de silahına uzanıyor,Önce silahı kafasına dayıyor ama biraz ara verip yazmaya başlıyor. Sonra, silahı sanki tek eliyle saksıya çiçek ekmeye çalışan biri gibi ağzına dayıyor. Bir yandan da yazmaya devam ediyor. İşte gördüğüm bu olaylara dayanamıyorum. Sol elimde tuttuğum tetiği çektiğimde bundan haberiniz olmayacak, çünkü artık yazamıyor olacağım. Onun için benim hikayem sizin için buraya kadarmış. Eğer yeterince şanslıysanız, hikayemin sonunu anlamyacak kadar aptal doğmuşsunuzdur.

Ölünün uyanışı(Bölüm 38)

Amerikanların dediği gibi “jesus fucking christ”. İntiharın bu kadar can yakıcı bir eylem olduğunu bilmiyordum. O kadar yüksekten atlamanın kesin ölümle sonuçlanması gerekiyordu. Peki ölmüş müydüm? Öldüysem şu an çektiğim acı cehennem azabı mıydı? Yanağımın ve kıçımın üşüdüğünü hissediyorum. Biraz da ışık var galiba. Ölmeden önce herkesin gördüğü ışığı mı görüyordum? İnsanların bir çok şekilde intihar ettiğini düşünüyorum. Böyle anlarda insanlar alakasız şeyler düşlerler. Matematik sınavlarında soru üzerinde düşünürken uzayda dondurma yenilebilir mi diye düşünürdüm. Bu fikri ne kadar fazla aklımdan atmak istesem de gelir yapışırdı. Sonra kendiliğinden sessizce giderdi. Yüzümün hafif gölgelendiğini hissettim. İşte melekler hesap sormaya gelmişti. Ağzımı kıpırdatabildiğimi hissedince hemen soruyu yönelttim,  -soru sormaya mı geldiniz?

-galiba o görev bana ait değil. Ben de bekliyorum ve henüz hiç kimse soru sormadı.

-sen kimsin peki

-ölüp ölmediğini bile bilmiyorsun ama merak etmekten vazgeçmiyorsun. Kim olduğumu sorduğunda ismimi mi kastettin yoksa mesleğimimi?

-kim olduğunu sorduğumda benimle ne alakan olduğunu öğrenmeye çalıştım sanırsam. Yani içimde olduğum durumun ne olduğunu anlayabilmem için biryerden sorular sormaya başlamalıyım. Kim olduğunu öğrenmekten başlamak uygun bir refleks gibi geldi bana. Bir ölüye göre de, ya da ölüysem eğer hala yaşadığım gibi konuşabiliyorum.

-ölmüş olarak mı konuşmayı dilerdin peki, yada başarısız bir intihar girişiminden çıkmış olmayı mı dilersin?

-zor bi soru sordun. Başımın sol tarafı da donmuş durumda galiba. Ölmüş olup bütün bunları yapabilmek daha ilginç zannedersem. Hala biraz otantik ve karizmatik olmayı diliyorum demek.

-ölmüş olmak tehlikeli oyunlarla ilintiliyse, o zaman yaşamak biraz anlamsızlaşır zaten.

-algıda kıtlık mı yaşıyorum yoksa sen mi anlaşılmazsın. Acaba tanışabilir miyiz?

-tanışmamızın sana bir yardımı olmaz. Yaşadığın insanlarla çıkar ilişkileri doğrultusunda kurduğun arkadaşlık mantığı benimle kuracağın ilişkide olmamalı sanırsam. Sana faydamın olmayacağını varsayarsak tanışmak anlamsız. Ama seninle konuşmam bile senin faydana işleyen bir eylem. Şu an eyleme ve harekete muhtaçsın. Eylem yaptığın sürece yaşadığını zannediyorsun ya da daha canlı hissediyorsun kendini.

-doğru olabilir. Ben ismimi pek hatırlamıyorum galiba. Senin isminle başlasak iyi olacak sanırım.

Doğrulup oturmaya çalıştım fakat hareket kabiliyetimi kaybetmiş gibiydim. Benle konuşan şahsiyet yanıma eğildi.

-Benim adım Himmet Senol. Bir zamanlar ben de senin gibi bir eylemde bulundum. Kendi balkonumdan atladım. Ama intihar ettiğimi yediremediler. Korktular belki de mesuliyeti üzerlerine almaktan. Bilmiyorum ama kayarak düştüğümü iddia ettiler. Ne korkakça bir son.  70li yıllardı sanırsam. Günlerden 26 Marttı. Günleri yıllardan daha iyi hatırlıyorum. Ama yorulduğumu hatırlıyorum. Sevgi de çok kolay yorulurdu. Benim yoruldum ve dinlenmek için balkondaydım.

-Herkes yorulunca balkona çıkar tabi ya. Ben de yorulmuş olmalıyım. Demekki insanlar yorulduğu için ayakları kayar. Ya da ayakları kaysın ister.

-tüme varımlar yaparak zihnini tembelliğe alıştırıyorsun. Sonra da kendini bilim adamı zannediyorsun.

-aslında akademisyenim bilim adamı değilim. Yani insanlık adına daha lüzumsuz şeylerle uğraşırım. Edebiyat yaparak insanlara faydalı olabileceğimi zannetmiyorum. Sevgili Himmet, biz burda kanlı canlı olarak konuşuyor olsaydık, ya da kanlı bir himmetle arkadaş olsaydık, bir akademisyen gibi seninle konuşsaydım, alengirli laflarıma maruz kalsaydın, sana evrenin ne kadar dolu ve bizim ne kadar onun bir parçası olduğumuzdan bahsetseydim sen konuşmanın çabuk bitmesini temenni ederek inanmış gibi görünürdün. Bende görevimi yapmış gibi düşünürdüm, herkes mış gibi yaptığı zaman, herşey yolundaymış gibi görünürdü. İkimizde rahat bir nefes almış gibi yapardık. Yaşamış biri olarak son dakikalarımızı geçirdiğimizi düşünene kadar senle konuşmaktan ya da konuşurmuş gibi yapmaktan vazgeçmezmiş gibi yapardım.

- O zaman şu an ölmüş gibi yaparak aslında canlı bir konuşmanın devamını yaşıyormuş gibi yapıyor olabilirsin.

-Önemi yok. Ben çocukken de yönetmen olmak istemiştim. İnsanları yönetmek ya da bir şeyler yaratmak gibi zevkli bir şey yok. Peygamber olsaydım ben de çamurdan kuşlara üfler onlara hayat vermek istermiş gibi yapardım.

- Neden intihar edermiş gibi yaptın?

-mış gibi yapmadım. Gerçekten insanlar bir şeyler  yapmaya kalktığında, yapmak istedikleri şey, asla kafalarında tasarladıkları gibi tamamlanmıyor. Yani platonun idealar dünyası gibi. Kafamızdaki fikirlerin dışa vurumu aslında kafamızdakilerin dışa vurulmuş gibi yapan halleri. Kafamdaki intiharı asla böyle tasarlamamıştım. Doğrulmama yardım eder misin?

-doğrulmana yardım edermiş gbi yaparsam yaşadığını zannedermiş gibi yapacaksın. İyisi mi kendi kendine kalkmaya çalış.

-biraz çocukluğumuza dönermiş gibi yapalım o zaman. Çocukken herşey biraz daha basit gözüküyor. O zaman beni çıkarsız doğrultmayı deneyebilirsin.

-Tamam hadi burdan kalk ve gidelim. Hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam et.

-hayatıma zaten devam ediyorum. Hiçbir şey olmamış gibi davranmama da gerek yok. Bir şey olduysa, bir şey olmuş gibi devam ederim. Zaten hiçbir şey olmamış gibi devam edersem aslında bir şey olmuş da ben onu olmamış gibi düşünüyormuşum gibi hayatıma devam ederim. O zaman da derin yaralarla hayatıma devam etmiş olmaz mıyım?

- Doğru. Kesinlikle böyle bir şey olurdu. Ben insanların yokluğunu karanlık olunca fark edemediğimden yok kabul ederim.

-bense senin varlığını yüzüme bıraktığın gölgeyle fark ettim.

-demekki ışık oyunlarıyla birşeyin varlığı ya da yokluğu hakkında yorum yapabilme ahmaklığına sahibiz. Artık ismini hatırlayabiliyor musun?

- İsmimi hatırlıyormuş gibi yaptığımda adımın Tahir olduğunu düşünüyorum. Bir de kızıl saçlı güzelin silüeti geliyor aklıma.

-gözlerini kapadığında aklına gelen şekiller aşık olduğunu düşündürmesin sana demek için çok geç. Aksini düşünseydin zaten burda olmazdın sanıyorum.

-nasıl?

-intihar etmezdin zannediyorum. Yorulman beynindeki aşık olmuşsun gibi yaptığın kızın şekilleriyle ilintili sanıyorum.

-Bilmem. O durum biraz karışık. Yani intihara tamamen başka bir sebeple giderken, son anda yapılan bir telefon görüşmesi de etkilemiş olabilir benim durumumu. Bak şu an ne kadar farklı şeylerden bahsetsek de aklıma gelen şey kafede oturan mini etekli bir kızın eteğinin hafif açılması ve benim onun bacaklarını kaçamak bakışlarla süzmem. Konuyla hiçbir alakası olmamasına rağmen böyle şeyler düşünebiliyorum. Bu olayın bir zamanlar gerçek olduğunu biliyorum. Ya da aklımda öyle kalmış.

-Olabilir, bende sevgiyle sevişirken bazen Bilge’nin sarımsaklı cacık yiyişini düşünürdüm. Bunu yapan V. Himmet olsa da , ayağım kaydığın da onun da ayağını kaydırdım sanırsam. Sarı Himmet, ya da sizin bildiğiniz II. Himmet de öldü biraz.

-70lerden kalma olduğunu sanıyorum. Kendine padişah rakamlarıyla hitap edecek kadar yaşlı görünmüyorsun.

-yılları iyi hatırlıyamıyorum. Belkide 1570lerden kalmayımdır.

-Hiç öyle düşünmemiştim. Ne gibi bir durumun içinde olduğumuzu bana söyler misin?

-Akla gelen en basit cevap arafta olduğumuz. Arafta olabiliriz. Ölmemiş olabilir. Yada öldükten sonra böyle olabiliriz.

-Bu üç ihtimalden başka bir ihtimal de yoktu zaten.

-İhtimaller çok fazla. Ben bunları senin için üçe indirgedim.

-ben hala doğrulamıyorum.

-Bu demek oluyorki o şekilde eylemlerine devam edeceksin. Sohbet edermiş gibi yapmak canını mı sıktı?

-Sanmıyorum. Ama özlemiş gibi yapmak canımı yaktı.