31 Ocak 2012 Salı

zenon paradoksları buldu beni.
Ne kadar yakın olursam olayaım kavuşamaycakmışım sana.
Kanunlarını
sevdiğim Murhpy
bu işe
sen bari
burnunu sokma.

9 Ocak 2012 Pazartesi

+ Çok gülümsüyorsun lan, - dur la bi dinle ...

Ben gülümserim ...
Çıkarılabilir bir sürü sonuç
gerçeksen eğer söylersin, yalansan daha çok ...

Muzur bir çocuk gibi gülümserim
sütü döken kedi gibi değil,
Gülümserim belki bir gönüle huzur olur ...

Çıkarabilirsiniz bir sürü sonuç
içiniz iyiyse çok, kötüyse daha çok
Siz sonuç çıkarırsınız ben susarım
kızdıysam çok, üzgünsem daha çok...

Gülümserim hallerine,
zannederler deli beni.
Akıllı olmak istemem ki
yalnızsam çok, beraberken daha çok ...

Bakarsanız bana anlarım,
gözler anlatır ne de olsa,
hani koyuysa çok, renkliyse daha çok ...

Duyarım arkamdan çarpar bir kelime
istersem bölerdim onu 50 pareye,
ama safsanız affederim, sonra ağlarım bir köşede
düşmanımsan çok, dostumsan daha çok ...
sen hiç göğe bakma durağını dinledinmi
bir tuvalet camından gelen ışıkta,
uçar bilişim bilgisayar hastanesi
çaprazındaki evde,
seyre daldın mı
ha birde uçak geçerken gökyüzün fen
sanmam
you'll never find me,
whenever the rain stops
whatever she says
the boogeyman,
is calling me sorry
and the thing is,
that
giving a kiss
neither kills
nor fixes
the troubles
caused by your eyes
bir rus marşı ne anımsatır size, bir commandante,
kim dinlese kimin kıblesi kuzeydeyse
şanlı sanarlar gueverayı
sektirip gitsinler sahildeki bütün taşları
ben yok kum diye
dikmedimmi kaleleri
plajdaki çocuklar kıskanmadı mı
birgün içeri attılar beni
kodese tıktılar
ağlamadım annem duymadı
dört duvarı karanlık kalbime gömdüler gibi
geldi kimse.
bekledim gecede yıldızları görmemek için bekledim
sakinleştirmediler, alayına işkence
mumlarla yaktılar önce ellerimi
martılar seyirtti gözümde,
ve denizde sektirdim istanbulları
bağırmak, bir dağın yıkılasıya
duymadı kimse.
duyurmadılar kodeste
bir gün içeri attılar beni,
plato gölgeri vardı içerdi
gelen canavar diye
atlar tepti nalına çenem deyerek
avucumda saklamadım kurumuş gülü
diktim onu gögsüme
yeşersin yeniden diye

bu kez çok ciddiyim

nefesimi tuttum seyretmek için gökyüzünü,
ses tellerime takıldı adın,
düğümlendi boğazımda
seyrederken silüetini boğazda
yaşamaksa çok ciddiyim
sen bir kez daha gel dünyaya,
ben çoktan gitmiş olacağım,
telesekreterler olmayacak,
kurtulacağım bir şehir yakarak
fransız şarkıları gömeceğim bardaklara
denizciler kadar küfürteceğim sana
yalandan bir plak koyulacak
şiirmek geliyor içimden,
bizonlar terkederken afrikasını
kelaynaklar kadar nadirdir seni bulmak
bir kor ateşin başında
sarmak yeniden başa
uzaktan gelen
kimsin sen
güneş batmamak için
şiirmak yazmak
seni beklemek
seçici geçirgen hücrelerden
bir gökmek yüzünü mününe
sonbaharın son yapraığında
düşmek sensiz
kesik kulak goh
bir yorgunlukla çöküyor aşk,
seni seviyorumlar yağıyor gökyüzünden
kar yağarken duyduğum
bir italyan şarkısı kadar hoş,
ısınmak için bir dumanı,
yanmamak için telvesini
içtiğim bir kahve gibi
dilimin ucunda bıraktığın izi
un ud çalıp unuttum.
yalan söylüyorsam
dünyanın bütün kargaları
kılavuzum olsun

8 Ocak 2012 Pazar

bugün 8 ocak pazar.yıllardan 2012

sıradan bir insan ilk defa sıradan bir yarın planı yapacak. bugün günlerden herhangi bir pazar ve ben bir yüksek lisans dersine makale teması aramaktayım. Ama aklım yarında. biliyorum yarına giden bütün yollar kapalı. ama Rabbim düşündüğüm şartları lütederse, yarın işe gideceğim. öğlen arasını saymassak 5 derse gireceğim ard arda. Ders aralarında, öğlen yemeğinde bir siteye göz gezdireceğim. Orda bana rabbim, bir kızın göz kırpması gibi bir işaret yollayacak. O zaman silkinip kendime geleceğim. Hemen salı günü için yapacaklarımı düşüneceğim. Önce ölüm gözlü bir hatunun gözlerine bakarak kahvaltı yapacağım salı sabahı. Sonra kadiköye geçeceğim sahaflara. Belki vapurla geçerim, belki köprüden geçer bir otobüs. Belki o da benimle gelir. Almam gerekmeyen kitaplara göz gezdireceğim kadikoy sahaflarında. Belki birkaç eski aradaşı göreceğim. Eski iş yerime de uğrarım o yıpranmış hırpani sokaklardan geçerim ve ben en çok arnavut kaldırımlarda yürümeyi severim. Eskilerden konuşulacak, kızlardan güzellerden ve işlerden bahsedeceğiz. Bir kaç gelecek planından güzel şeylerden konuşacağız. sonra bana müsade deyip beyoğluna doğru hizalayacağım istikametimi. Belki karaköyden bile geçeceğim. Neyse, balıkpazarındaki sahaflara da uğrayacağım ve yeni kitapçılara. robinson Cruseo, mephisto ve Pandoraya uğrayacağım, ve pound üzerinden hesaplanan kitaplardan alacağım. Biraz fazlaca kitap alacağım çünkü bilmem buraya bir kez daha ne zaman gelirim. akşama doğru karanlık yokuşlar çıka çıka giderken annemi de ararım. Ve eğer çok acıktıysam biraz tavuk eti alıp sote şöleni yapacağım evdekilere. Yanına kola alacağız ve yemekten önce çay koyacağız ocağa. yerde yiyeceğiz yemeği yine. Bir gazetenin üstünde. Sonra da tatlılar için dışarı çıkıp istanbuldaki son günlerimi ıslatacağız. Bütün bunlar belki olacak. belki de olmayacak. ama ben bunları kafamda kurdum ve yaşadım. yarın bu anlattıklarımdan bambaşka olacak tabi. Bir filmde tanrıyı güldürmek istiyorsan plan yap diyordu. neyseki film bir ecnebi filmiydi. Ve benim Rabbim öyle bozulan planlara gülmezdi. Plan bozulduysa, o bizim için daha hayırlısını dilediği içindi. O zaman, "hayırlısı diyecektim" hayırlısı...

7 Ocak 2012 Cumartesi

Chapter 2 (şimdi bir intihar oyunu seninle göz göze gelmek)

Kendini öldürmeye kalktığına inanamıyorum. İstanbulun çatılarında bulunan bütün çanak antenleri kırayımki bu çocuk tam bir sap. Böyle dememeliyim ölmek üzere olan biri için farkındayım. Bu çocuk benim hikayemi de yanlış yorumlayacaktır. Ya da yorumlamıştır bile. İntihar edeceğini söylediğinde yüreğim ağzıma geldi. Şaka yapıyor olma ihtimali yüksek. Ya da fazla dertli olma ihtimali. Ben nasıl bir insanım ki neden intihar etmek istediğini bile sormadım. "intihar ciddi bir meseledir" evet, ama hayatı bu kadar ciddiye almaya da gerek yok. Zaten belli bir ölüm tarihi kafamızın üzerinde yazılı bir şekilde duruyor. Yani, eğer "death note" izleyicisiyseniz ordaki japonyalı ölüm melekleri nam-ı diğer, Şinigamiler, senin ne zaman ölüp ölmeyeceğini kafanın üzerinde dolaşan numaralarda görebiliyordu. Bizdeki alın yazısı gibi birşey sanırım. Galiba bende de şinigami gözleri olmalı. Etrafımda o kadar fazla ani ölümler cereyen ediyorki, azrail, toplu bilet alımlarında indirime gidiyor hissine kapılıyorum bazen. Benim yüzümden kendini öldürüyor olabileceğini düşünmüyorum. Acaba benim yüzümdenmi? benim yüzümden olmamalı. Tamam belki erkeklerce çok güzel bir bayan olarak tapılıyor gibiyim. Yada şu ana kadar benim yüzümden 2 intihar vakası yaşandığını biliyorum. Biri "Lhase de Sala" dinleyerek 7 şişe uludağ kolonyası içerek intihar etmişti. Ardına bıraktığı intihar notunun da üzerine koloinya dökülmüş ve yazının okunması baya zorlaşmıştı. ama en bariz görülen kısım da "Zareyna yazısıydı, "y" harfine biraz kolonya saçılmış ve uçmuştu harf. Diğer intihar edense arkasında resmen üzerine 14 bölümlük sit-com yazılabilecek bir intihar mektubu bırakarak kendini sevdiği arabanın içinde boğmuştu. Arabanın egzosuna bağladığı hortumu pencereden içeri alıp heryeri kapamış. Egsoz zehirlenmesinden gitmişyi çocuk. Bunları bu kadar soğukkanlı anlatsam da olayla hiçbir alakam yok. ' çocugu da tanımıyordum. hiç görmemiştim hatta. Sonradan öğrendiğim kadarıyla biri bindiğim otobüsün şoförlüğünü yapıyormuş. Meğer her sabah otobüsü benim bindğim durakta bekletiyormuş ben gelene kadar. Diğeriyle de ortak dersimiz varmış meğer üniversitede. Utopia and dystopia" derısini beraber alıyormuşmuşuz meğer. Fakat çocuk utopic takılmış bayağı.
size birşey söyliyeyimmi. aslında güzelliğimle hiç övünmem. Hatta size bir hikaye anlatayım:
 Hz. Musa zamanında sürekli ibadet eden, durmadan dinlenmeden dinle meşgul olan bir adam varmış.  Fakat bu kadar ibadete rağmen gönlünde hiçbir rahatlık hiçbir inşirah hissedemiyormuş. Bu adamın gür ve ipek gibi parıl parıl bir sakalı varmış. Bir gün adam Musa'nın yanına gitmiş ve durumunu anlatmış "ben bu kadar ibadet eden günaha karışmayan bir adamım.acaba neden hiçbir ferahlık emmaresi yok. Rabbinden bunu öğrenirmisin" demiş. Musa Kelimullah, Tur dağına varınca bunu rabbine sormuş. Ve cevaben :" Uzak dur! bizim vuslatımıza ermeyen kimse, daima kendi sakalıyla uğraşıp durdu". Musa bu cevabı adama söyleyince, adam sakalını yolmaya, onu parçalamaya başlamış. Bu esnada cebrail yetişim demişki "yine sakalıyla uğraşıyor".
işte böyle, Bende güzelliğime ilgilenmiyorum. Hatta "sakalımı da yolmuyor" intihar edenlere de ah vah etmiyorum. Sadece, bu son çocuktan hoşlandım galiba. Onun için onun intihar etmesini de istedim aslında bi yandan. İtiraf etmeliyim hoşlanmaktan öte birşeydi bu. Galiba deli gibi seviyordum. Bu dünyada bir mutluluk göremiyorum ve belalılarımın çok olması da beni endişelendiriyor. Yani beni Yunus'la yan yana görseler, ertesi gün illa kim vurduya gider. Belki aşk ölümü göze almaktır, ama ölümü göze alıp intihar ettiyse, başka bir boyutta onu yakalamalıyım...

6 Ocak 2012 Cuma

Geçer geçer

Saatle düşman olduğum zamanlardı
Lanet olası akrep yelkovanı kovalamak için
bir kaplumbağadan, bir devlet kapısı kuyruğundan daha yavaş ilerliyordu.

Kısacası saatle hep kavga ediyoruz, geçmiyor, koşmuyor diye.
Ama sonunda hep ben kazanıyorum ...
ne olursa olsun
o da geçiyor
bu da geçiyor...

ölmek

Susarak ölmek, konuşarak ölmekten hep daha karizmatiktir...
Ya göz göze gelmek?

Bu da geçer Ya Hu

DARALIYORDUM ne demek. Aklınıza gelenin en kötüsünü düşünün. Kafanızı demir mengeneler içine alıyorlar.
Milyonlarca karga kafanıza üşüşüyor. Şehrin tüm kalabalık trafikli kavşakları omurilik soğanınızdan geçiyor. Bunun gibi bir sürü şey ve ben hepsini en derinine kadar yaşıyorum. Bağırmak çağırmakta artık çözüm olmuyor.
En kötüsü ise, gözlerinde iyi gelmiyor artık yaralarıma ....

Ağzımda tek cümle : Bu da geçer Ya Hu
bir keman gıcırtısına ter ket beni. sokak ortasında rüzgardan savrulan bim poşeti gibi. kirpiklerin gibi. Bir inşaat bekçisi kadar açım şimdi dar. öl dedin ya hani ö gece. ö gece omzuma bir ölücük kondurup.. spotless mind of eternal sunshine gibi afilli bir isim istiyorum sevgilim. Sen doğunca güller alacağım sana. Eski american kovboy filmlerinden çıkma sarışın çakmak gözlü bir oğlana tav edip seni tavla dersi vereceğim. ve colt mermiler vızıldayacak burnunu, kulağının dirseğinin ve göbek deliğinin etrafında, dübeşler ve düşeşlerin şaşkınlığında. vuracaklar seni bir timsahın yarım yuttuğu antiloplar gibi.kimse kaç ekran diye sormayacak gözlerine, çözünürlüğü belli başlı isteksizlik kiplerine bölecek ve ikinci çoğul şahısta çekimlemen gerekecek beni. sen attan düşünce. dışarda have bulutlu ve yağ- mor var. isteseydin renksiz bir gökkuşağını gözlerine kadar çekerdim ekvadordan alıp limanlı limonları. belki bir gün bir afrika kıtasının birinde buluşacağız. Ben doğmuş olacağım muhtemelen. Sense doğum sancılarında. belki bir yeşil biber közleyeceğiz senle,.beni öksüz kalmış maymun yavruları gibi bir tarkowski sarıyor yeşilliksiz filmlerde. sense düğün sancılarında. yaşamak bu kadar yaş olmasaydı inan ellerini tutup namağlup bir boksörmüşsün gibi havaya kaldırırdım. ve soundtrackte bir bach, ya da ahmet kaya. birisini seçer rus ruleti gibi baletler var görmedin sen hiç. ben yoktum. muhtemelen doğmamış olacağım sana aşık olduğumda. fikri çöküntüleri yaşıyorum sevgilim. Kusura bak, ama sakın aşağı bakma
"En iyi eleştirmen çöp kutusudur". evet bu sözü bir öğrencimin yazısından çaldım. Ama napabilirim. adam haklı beyler. En iyisi toz olalım. Bazen en iyi eleştirmen çöp kutusudur ve fırlatmaktır buruşuk yaşlıları. Takmamak kalabalıları takı takıp gezen gothları. Yasaksa bu şehir, beraber yasaklıyız. Ben dediğim yazılarıma, biz diye devam etmek bazen güzel olabilir. Aslında Fight club uzantıları seziyorum kalabalıklarda. Birbirinin farkında olmayıp, ya da insanlar arasındayken aynen fight clubta olduğu gibi aynı grubun üyesi olduğunu belli etmeyen bir yığın vampirler. Onlarda iştahları olmasada yemek yerler göze batmamak için. Uyurlar, insanlar onların normal olduğunu düşünsün diye. yalnız yaşamaktan mutludurlar, ta ki taylandlı bir japon, kenyaya uçana kadar. Sakindirler ki sağ kinleri olsun. Ve ceplerinden alo diyebilecekleri bir "telef" onlar cevaplanmaz. Kusura bakmayın abartıyorum. Beş dakka sigaram bitti de. Hayatı takmamak gibi bir takıntım var ve tanıdığım her kese, ağzını açmasını söylüyorum. seni mıhlamayım batman, bana gölge etmen, ya da seymen. hepsi aynı bira damlar topluluğu oldular birden ona kadar gözümde. evet, merhaba

4 Ocak 2012 Çarşamba

Ve ağlayarak yüzleri üstü yere kapanırlar...

Tim Burton'a Ağıt

Kendi cehennemini insanlara en iyi satabilen insan; Tim Burton. Hayal gücünü cehennem alevlerinin siyahıyla buluşturup üzerinize püskürtebilecek tanıdığım tek kişi. Baş yapıtları insan aklının alabileceği şeylerden çok uzak. Ben kendi cehennemimi üzerime inşaa edip içinde zerrelerime bölünürken, Burton bu cehennemi alıp insanlara seyredilesi kısımlarını göstermekte. Tam bir iki ucu keskin bıçak gibi eserleri. Bir ucunun sivriliği seyirci kitlesini etrafına toplarken, diğer bir kısım izleyici kitlesi için matemlerin en matemli başyapıtlarını ortaya koyan bir üstat. Nolan'ın anlatmak istediklerini, Waçowski biraderlerin demek istediklerini o yıllar öncesinden ekrana dökmüş bir insan. Karanlığı, öbür dünyayı, olumssuzluğu, umutla bu dünyayla ve aydınlıkla birleştirmesine inanamıyorum. Ölüleri anlatmak isteseydim yine onun gibi anlatırdım. Bir batman çizseydim çocukluk masasında, renkli defterime ve yetişkinliğime erişince hala seyredebiliyor olacagım bir batman isteseydim bu Burton'ın Batmani olurdu. Ne zaman filmlerini izlesem kendimi imrenmekten alamıyorum. eğer gothic bir stil söz konusuysa bu kesinlikle burton'ın eserlerinde yaşatılmakta. Kendi inanç bağlamları içerisinde kutsallık ve mutluluk atfetdilen en önemli günü "this is hallowen" çığlıklarıya cehenneme çevirebilen sonra da dalga geçer gibi cehennemin ortasında bir cennet tubası bitirebilen kendi eserlerinin harika yaratıcısı. Tarantinonun şiddetine bayılabilrim fakat burton'ın sanatsal kıyımları, ve karanlık karakterleri arasında kendimi bu dünyanın gerçek olmadığına inandırmak için defalarca tokatlamak zorundayım. Aklımdan geçen senaryolara, hiç tanımadığım, aynı dili, aynı kültürü, aynı inancı paylaşmadığım bir insanın eserlerinde görmek beni ürpertiyor. Tim Burton seni saygıyla anıyorum...
kimsenin dağ gözü verdiği yok. elimde son sigaram ve beş dakikalık şarjımla ıssız bir adadan yazıyorum sana bunları. kaynaklar sınırlı.sigaram bitince bal kabagına döneceğim. kahvem de bitecek. o zaman çılgın dalgara kafa tutan bir kum tanesi gibi çarpışacagım mantıgımla. sen burda olsan bunların hepsi perakende satışa sunulurdu. bazen kusmak küsmekten efdaldir. Adını beynimde kayıtlı tuttuğum bütün hücrelerimi burun deliklerimden kusup arınana kadar içeceğim kahvemi. bir de zeki müren koyacağım plana. o da bitecek. bana bitmeyen birşey söylemeni istesem de isteklerim de bitecek. rahat ol sen hacı.gükyüzü bitecek, kırlangıçlar bitecek, 6 günün 7.si de bitecek elbet. herkes ölmüş taklidi yapması gerektiği rolünden bir anda uyanıp oscar ödülleri töreninde buluşacak. ödüller sağ ele ve sol ele itinayla verildiğinde herkes çok geç oldugunun farkına varsa da ben ağlamayacağım. belki kurbaga görünümlü bir penguenle dans edeceğim kıyısıya yüzeceğim. loş ışıklı bir otel odasında bekleyecek beni bütün davetsiz güzeller. gitmeyeceğim biliyorum. bir şişe şalgam alıp evin damında kaynar bir kızıllıkta batışını seyredeciğim gülün. çünkü güneş üzerinde sıçramak zorunda kaldıgım bir nargileci olacak...

2 Ocak 2012 Pazartesi

şimdi bir intihar oyunu seninle göz göze gelmek

Tabancamı elime aldığımda o kadar emindim ki öleceğimden.

Eğer ölmeye karar vermişseniz bunun bir an önce olmasını istersiniz,düşünmeye başladığınız an vazgeçtiniz demektir. Hele Paradise Now filmini izlediyseniz, işiniz bir kat daha zor. Ama ben kararlıydım Fight Club filminde ölümü defalarca hafife alan Tyler Durden ruhu vardı içimde.
Ölüm sesi olmalıydı, sahip olduğum hiçbirşey önemli değildi. Şiddeti hiç sevmem aslında. Zaten çözüm olmadığı oldukça aşikar, ama öldürmek şiddet değildirli, bu bir sanattır, şiddet benim için ancak ve ancak yaralamalı vakalar sonucu acıyı ortaya çıkaran bir eylemdir.

Üniversitede çalışmaya başladığım andan itibaren bir silah edinme isteğiyle yanıp tutuşmuştum. O zaman o silahın kendi beynime dayanacağından, cehennemde cenneti hayal bile edemeyen ebu leheb kadar emindim. Ama artık hayat iyice zorlaştı benim için. Intihara bir engel kalmadı, dini inancın buna nasıl el verdi diye soruyorsanız, modern toplumda böyle bir sorunun kalmadığını size hatırlatmak isterim, gerekli hocayı bulup, gerekli fetvayı alabilirsiniz, her kısma ayrı bir hoca bakar oldu günümüzde, bende ,ölüm ve yaşam kısmından zorlamada olsa fetvamı almayı, bir ikametgah ve iki nüfus cüzdanı fotokopisi ve hatrı sayılır miktarda para vererek başarmıştım.

Neyse, hafif kar atıştırıyordu o gün. İki kere kaydım düştüm, canım acıdı. Canım acıyorsa hala yaşıyorum demektir, canım acıyınca tabanca seçiminin yanlış olduğunu düşünmeye başladım. İntihar için diğer alternatifleri 10 saniye içinde gözden geçirdim beynimde. Boğulsa mıydım acaba denizde, yok bu çok ses getirici olmazdı, hem cesedim bulununca iğrenç şişmiş bir görüntü oldu, eğer ölmeye karar verdiyseniz, cesedinizin yakışıklı olasını bile isteyebiliyorsunuz tıpkı benim gibi. Gazla intiharı hep en doğru yol olarak bulmuşumdur, ama hiç ses getirici bir eylem olmazdı, çok basitti bi kere, ertesi gün gazetelerdi, bir ev kazası haberi olarak yer almayı hiç istemezdim. Bunları düşününce 7.65 çaplı gümüş kakmalı silahın iyi bir seçim olduğuna kanaat getirmiştim çoktan. Şimdi planı gerçekleştirmek için bir meydan bulacak, abuk subuk hareketler yapacak, ağzıma geleni söyleyecek bu dünyadan hızlı yaşayıp genç ölmüş bir akademisyen olarak ayrılacaktım.

Hemen bir taksi çevirdim, yaklaşık 3 km sonra indim, sonra tekrar bir taksi daha çevirdim ve 4 km sonra indim, üçüncü taksiyle 5, dördüncü taksiyle 6 km giderek yolu tamamladım. Eğer soruyorsanız neden hiç levye yemedin kafana diye, size şunu söylemek isterim sayın okur, Silahın gümüşü levyenin metalini her zaman bastıracak kadar ışıltılıdır. Bunu hiç unutmayın.
taksiden indikten sonra biraz yürüyerek  bir uçurum kenarına vardım. soğuk şiddettini arttırmış var gücüyle kulaklarıma saldırıyordu. Kulağıma elimi götürmekten korkuyordum çünkü dokunduğum anda elimde kalabilirdi. soğuk kristaller suratımı da evrimleştirip bir kar kristaline çevirmek için karıncalar gibi vargüçleriyle çalışıyorlardı. Önümdeki karlarla kaplı manzaraya baktım uçurumdan. Herşey alabildiğine uzuyor da uzuyordu. bir sonsuzluk hatırası çektirmek için bulunabilecek en uygun arka plan budur diye düşündüm. Aslında bu tip manzara resimlerini daima bilgisayarımda masaüstü resmi olarak kullanırdım. Şimdi, yine bilgisayarımın başındaymış hissine kapılır gibi oluyorum. Göreceğim son sahne de bu olsa gerek. Hala nasıl intihar edeceğime karar verememiştim. Şu an hayran bir şekilde seyrettiğim manzara ayaklarımın dibinde uzanan sonsuzluk gözümü korkutmaya başlamıştı.Belkide silahın gümüş kabzasını kendi başıma indirmeli ve bayılarak aşağı düşmeliydim. Sadece başımın ağrısını hissedeceğimden fazla da sıkıntı olmazdı sanırım. ama ya bayılmazsam? o zaman hem başımın ağrısı hemde çarptığım her kayanın acısını hissederdim. Aşağıya baktım ve bir milyon kırmızı nar tanesine dönüşmüş beynimi hayal ettim ve yerde sere serpe yattığımı. Yeryüzünü dümdüz etmek için uğraşan kar perdesinin üstüne kan desenleri kadar güzel uyum sağlayabilecek başka birşey olduğunu sanmıyorum. Evet güzel birgün, güzel bir hava ve güzel bir mekan seçmiştim ölmek için. En kötü günüm böyle olsun dostlarım.
bence silahı ağzıma dayayıp su içer gibi sıcak mermileri genzimde karşılamalıydım. Beyinciğimden çıkan kurşunların yere düşüşünü görme şansım bile olabilirdi eğer düzgün açıyla boynumu kıvırırsam. Güzel bir fikir gibi geldi ve donmak üzere olan parmaklarımın yardımıyla silahı ağzıma götürdüm. hala film şeridi falan yoktu... gözlerimi gökyüzüne diktim ve öyle kala kaldım. Yalnız aşağlarda biryerlerde bir titreme hissediyordum. Olamaz. Telefonumu da yanımda getirmişim. Lanet olası teknoloji burada da yakamı bırakmadı. Ağız tadıyla bir intihar etmeme bile izin vermedi bu cep telefonu. Her zaman en olmadık yerlerde aranmayı başaran bir insan olarak bu da geldi işte başıma. Bir keresinde de cuma namazında dokuzuncu senfoni orkestrası eşlik etmişti bütün cemaate benim sayemde. Şimdi kim arıyordu acaba. Bence bakmasam daha iyi olacak. Kimdir acaba bu. Çıkarıp telefonuma baktığımda yüreğim hızla çarpaya başladı. o arıyordu işte. Ömrümü mahveden, beni doğduğuma pişman eden kız. Keşke bu kızla tanışacağıma on tane azılı italyan mafyasını peşime taksaydım.

Zareyna arıyordu işte. Kızıl saçlarını kızıl deniz gibi iki yanına ayırıp,akdeniz kadar sakin dalgalı kıvrımlarıyla beni mozambik sahillerine atan güzellikti bu. Saçının her telinden bir idam halkası olurdu bu ahunun. Bu dilber güneşi gözlerine banıdırınca gökyüzü ışıldıyordu. Yüzüne bakamıyordunuz. Güneş tutulmasının hemen ardından birden güneş ışınlarına maruz kalmak gibi birşeydi ona bakabilmek. Kızıllığının ortasında ispanya gülleri kadar güzel kokulu bir tebessümü vardı. Bir lastik yardımıyla tutturulmşucasına çekik gözleri gülünce seçiçi geçirken hücre çeperleri gibi yok oluyordu gözleri. Ama gözlerinin açık olmamasını yeğlersiniz sizi temin ediyorum. Gözlerini açınca, ve dünyanın efendisi bakışını atınca mumlar gibi erimemek için vücut sıcaklığınızdan kurtulmak ya da en yakın no-frost bir buz dolabına saklanmak istersiniz. Gözlerinideki o cazibedar boyut sizi içine aldığında tek çareniz rahşan affı olacaktır. Özellikle kar yağışının olduğu bir günde karşınıza geçip o okşayıcı ses tonuyla isminizi havaya üfürüverirse bir kaç saniye affalamak zorunda kalabilrisiniz. Bakışlarının ipeksi yumuşaklığında bir kaç dakika daha yüzebilmek için gözlerimi gözlerinden ayırmak istemem. Taki bakışma süresinin, sosyal normlarca belirlenmiş sonuna geline kadar. Biliyorsunuz bir kıza 3-4 saniyeden fazla bakarsanız, bütün yanlış anlaşılmaları paratoner gibi üzerinize çekersiniz. Bu kız öyle bir ırka mensuptu gibi hayallerinizin ötesinde. Annesi rusyanın doğu vilayetlerinden birinden gelmekte.Annesinin babası ise çeçenmiş. Kendi babası ise japonyanın bir kıyı kentindenmiş. Babanesi ise, japonyada kalıcı oturum almış Brezilyalı göçmenlerdenmiş. O sıralar Brezilyadan japonyaya çok fazla göçmen akını oluyormuş. Aynı bizim türklerin almanyaya işçi olarak gitmesi gibi. Neyse bu kız, cenneteki hurilerden birinin dünyadaki izdüşümü gibi birşey. Onunla ömrümün sonuna kadar yaşayabileceğimi hayallerime dahi sığdıramıyorum. Fakat onun yüzünü seyretmek, aksakallı bir amcanın rüyanıza girip cenneti kazandığınızı müjdelemesi gibi bir his uyandırıyor bende. Neyse... işte telefonu açıyorum
-efendim

-merhaba, napıyorsun? ( sesini duydum ve işte soğuktan çatlamak üzere olan kulaklarıma bir alev topu düşüyor)
-hiç...intihar ediyorum galiba,sen napıyorsun?
-intihar mı ediyosun. peki hangi yöntemle

-mmm, galiba onu tam netleştiremedim. Şu an bir uçurumun kıyısındayım. Önce atlamayı düşündüm ama sonra ağzıma sıkmaya karar verdim. Bi ara da kafama vurup uçuruma yuvarlansammı diye de düşündüm hani.
- hmm, galiba kötü tercih. Acılı bi yöntem bulmuşsun ölmek için.
- Geçen hafta yediğim isotlu adana dürümden daha acı olamaz. bide hayatımda daha acılı şeyler de tattım galiba...
-Kendini öldürmek üzere olan biri için bile espirlerin buz gibi.
- Önemi yok, morg hayatına ısınmak için bir başlangıç olsun.
-bence eve gidip duşa gir ve doğal gazın sızmasını sağla. daha ılık bir ölüm olur.
-ne yani beni durdurmaya çalışmayacak mısın?
-ben doğa olaylarına karışmam. Kaderinde ne varsa gelip seni bulacaktır zaten.

- (şu kaderci tiplere bak hele) Neyse, daha güzel bir ölüm çeşidi sunduğun için çok düşüncelisin. Ben yinede silahı kullanmak istiyorum sanırım.
-peki sen bilirsin, ölmeden önce sana bi hikaye anlatmamı istermisin?
Zareynanın bitmek tükenmek bilmez hikayeleri vardır. Şimdi bir tane daha anlatmaya kalkarsa ben donana kadar konuşmayı sonlandırmayabilir. ama bu kıza asla hayır diyemem. Ve beni mum gibi alevlendirip eriten sesini duyma şansını kaçıramam.
-peki anlat bakalım. ama kısa bitane olsun. şarjım bitebilir.
- Bir sufi bir gün aceleyle Bağdat'a doğru gidiyormuş. Yolda bal satan bir satıcıya rastalmış. Satıcı: " Çok lezzetli balım var ve çok ucuza satıyorum. almak ister misin" demiş sufiye.Sufi de adama demişki: "Ey sabırlı adam! Bir şeyi hiçe de verir misin?" satıcı bu soruyla karşılaşınca şaşırmış. Zannetmişki, bu adam balını ucuza kapatmak istiyor. Ya da hiç almaya niyeti yok. Ve cevap vermiş: " Sen deli misin be adam. Var git yoluna. hiç karşılığı kim sana ne vermiş." Sonra, sufi, gaybtan gelen bir ses duymuş: "Ey sufi, gel. Durduğun sekiden daha yukarı gel. Bir hiç karşılığında biz her şeyi veririz. Eğer fazlasını istersen fazlasını da veririz."
-bitti mi? bu kadar mı yani?
-evet bitti. söyleyeceklerim bu kadar. Sen işine devam et istersen.
-peki, teşekkürler, görüşmemek üzere.
-orası belli olmaz.
telefonu kapattım. ah şu kız, öyle şeyler söylüyorki kafam kobay farenin kendini kaybettiği labirentlere dönüyor. Bu nası hikaye böyle. Ölmek üzere olan bir adama bu mu denir?

Acaba bu kızın bana ilgisi mi var. yok artık canım, ne dediki? oho çok şey dedi. biz dedi hiçi de satın alırız. Acaba senin gibi bi hiçi de satın alırım mı demek istedi? Yani ben bi hiç olsam, onu satın alan birine satmalıyım heralde... Ben bu hikayeyi biraz düşünmeliyim. Haseki de bir dergah kapısında asılı bir yazı geldi aklıma. Acaba bu kız, o dergaha takıldığımı bildiği için mi böyle bir hikaye anlattı. Yahu bu kız ermiş mi. O dergahın kapısında şöyle yazıyordu:
-"
Bu dergahta sadece zühdü değil, "hiç"i de satın alırlar."
İntihar etraflıca düşünülecek birşey değildir. çok düşününce illa yalnış kararı veririm ben. keşke açmasaydın telefonu. çok karıştırdı bu kız kafamı. galiba geri döneceğim ben...
Hayır, hayır geri dönmemeliyim. Zareynanın anlattığı hikaye...aslında bu ölmemi isteyen bir hikaye. Ben bir hiçim ve hiç satın alacak bir tek rabbim var... .bence burdan atlamalyım. Bir sıçrayışla kendimi gökyüzünde süzülüyorken buldum. Kuşları seyrediyordum, yerde ufacık bir nokta şeklinde olan,gittikçe belirginleşen ve büyüyen gölgemsi karaltımı izliyordum, yerden petrol çıkartmama az kalmıştı ama bu uçmak hissi... tarif edilemez bir hafiflik ve ağzımda annemin yaptığı ispanaklı böreğin tadı var... aaahhh, çok sert bir çıkıntıya çarptı kolum, ve yamaçtan yuvarlanmaya başladım, uçurum aşağı doğru görmediğim kısımdan eğim alıyor olmalı, yoksa çakılmama daha vardı. çok acıdı. Kolumun ters döndüğünü hissettim ve şu çarptığım son yer 2 kaburgamı kırdı sanırsam, Çatırtılarını kuşlar duymuş olmalı. Kışın ortasında göçmeyen kuşlar mı? yoksa bunlar beynime yediğim çarpmalar sonucu oluşan morluklarmı. En dibe düştüğümde poooft diye yankılı bir sesle çakıldım. Hala bilincim yerinde galiba. bacaklarım sızlıyor mu ne, hiçbir yerimi hissettmiyorum...ölüyorummular kadar güzelsiniz baayan...
ben ölmeden doğmuşum, bir yerli kabilesi bulmuş beni cami avlusunda.
bir keresinde su kullanılmayan bir umumi tuvalete gitmiştim.
mcdonalds gibi kokuyordu.
poposu havada martılar vardı bir de
sesiniltileri gibi bir bozuktu yediğim konserve.
seni görüşüm
kuş yaşamlarıyla iniltili bir belgeselde
belgelesede aşkartlar satışa çıksa
bir dilemma kadar yaşanılasıdır aşk
eğer bir çiçek bulursan her gittiğin dozerde

tozunun nalı
yeni bir yazı yazmalıyım. çünkü gözü dönmüş karanfil kokan bir zenci öyle istiyor. ve yandaşları aztekliler mayalılardan aldıkları iksiri ağzıma püskürtüyorlar. yemenden gelen yalın ayak köleler de öyle istiyor. yeni bir yazı yazmalıyım. çünkü burada güneş batıyor ve bunun dünyanınn başka hiçbiryerinde olmadığını kimse bilmiyor. atilla ilhanı özlüyorum ama öldüğü için. onur ünlüyü özlüyorum diyemiyoruym. çünkü yaşayan bir insanı seccade sevgiyle tanımlamalı.kabileler öyle söylüyor ve ben onları doğruluyorum. bu kıvılcımlar beni intihara sürükleyecek be işkolik kahvekolik ve benkolik insanlardan arınmak için hamama gidiyorum. yazmak kavramının sadece diyafram kaslarımla alakalı olduğunu düşünüyorum. yalan söylüyorsam bilim adamı olayım. bir hayvan olmak isteseydim hangisini seçerdim bilmiyorum. dünya kaç kilometre  karelik bir alan kaplıyor uzayda bilmiyorum. kaç kılcal damarımı kestim kanattım bugüne kadar bilmiyorum. ne kadar cahil olduğumu bilie hesaplayamadğımdan bilmiyorum. ölümlü insanlar görmekten bıktım. beni de bir güvercin korusa. ve örümcek ağlarını hafife alan insanlardan kurtulsam. beni şimdi sarı tüyleri olan bir boğazı öküzlemek paklar. bunu yapmayacak ne varsa büyük karadelikler açıyor bedenimde. tükrüğümü yutamıyorum.
nalına mıh
yarılasıya bir türk tutturmuşsun gözlerin badem ve buz. ağlamak sana bu kadar yakışmaz sus.sevdalara ayak izi bırakmadan imzalamalısın ve kertenkeleler gecidinde bir çemberlitaş hatırası bırak. yoksa çorluluya gitmedin mi. para ve kredi kartı kadar iticisin, vitrinlerde duran elbisler kadar ve onların ışıklandırmaları kadar iğrenç. hea, bir de peşin fiyatına 6 taksit yapıyoruz diyen satıcı kadar suratsızsın. bankalar kadar kalabalık olman, babalar gibi eywallah çekeceğin anlamına gelmez. kemiyet  ve keyfiyet arasındaki bağıntıyı trigonometriden öğren. yada bırak öğrenme. senin matematikle de aran iyi unutmuşum. küfretmesini bilirsen konuş, bana şiirdir, ve şirindir. ama dilin dönmezse bırak fuzuliyi. ellerin kirletmesin şiirlerimi. ırzına geçilesi ellerini çek sözcüklerimden. ve bakışlarını asla çevirme.zuluca tercumanlık binası kadar boş olman benim iyi çeviri yapamayacağım anlamına gelmiyor. sen git, bir türk kahvesinin zihnime kazıdığı kodları okuyacağım 5 dakika sonra. ve sen karşımda durup ağlayacaksın.
nalının tozu
yine size tembel martılardan bahsedeceğim ve bir kaç sokak çocuğundan. öncelikle diyeceğim ki martılar günümüz insanının en evcil hayvanıdır. martılar tembelliğe ve köleliğe bağımlı haşareden de haşare hayvanlar. üzerine onca şiir yazılası bir hayvan mısın sen. tembellik damarlarına işlemiş. hiç balık avlayan martı gördünüzmü? göremezsiniz, onlar fıtratını aşmış. çöplük yemeye, vapurlardan atılan simitleri yemeye alışmış ve asimile olmuş iğrenç yaratıklar. sevmiyorum sizi. malesef size baktığımda modern binaları ve devasa uçakları hatırlıyorum. bana doğadan ve yaradandan bahsetmiyorusunuz ve bahsetmiyorsanız cehenneme gidin. bir kaç sokak cocuğuna gelince... onları rahat bırakmalıyım. onlar çok yorgunlar...
nalının tozu
ellerim yıldızlar sayıyor kekeme gökyüzünde. Gedemino'da bir cafedeyim ve 5 litasa latte içiyorum. sen yoksun. silüetler çiziyorum karşımdaki sandalyeye. hayaller zindanlarla zincirler vuruyor kafam. 3 haç kitliyor görüş alanımı ve biraz kar var.ardı ardına kesilmeyen ağaçlar geçiyor kırmızı ışıkta. durmak mümkün değil biliyorum. ama sen bilmiyorsun. bugüne kadar içmek istediğim ne varsa karışımı gözlerin ve dudaklarında ve çehrende birikmiş gibi. bir yudum alıyorum bakışlarımla, sen de sek olsun istiyorsun. bir yudum bakışlarından içirirken. başım döner ekmek gibi şakaklarım kesiliyor. meczupluk alametleri sergiliyorum karşında ve belkide saf katışıksız bir delinin ayak seslerini duyuyorum. sen yoksun. stotis durağında üşüyorum. ayaklarıma iğneler batıran soğuk mu oynuyor bu oyunu bana bilmiyorum ama uzaklardan bir gölgenin gelişini seyre dalıyorum. çıldırmaktan çok bahsettik. biraz da benden bahsedelim istiyorum...gitmek hissi, gitmek istediğin yerde olduğun halde yine seni bulup alnını çatlatırcısına seni vuruyorsa, gidilecek yer bitmiştir. dünyanın bir ucuna gitsende başa döndüğünü unutma
nalının tozu
yine 19undayım. eğri büğrü önlükler giymesem de bir işci setresi giymediğim için üşeniyorum. yine inşaattayım ve üzerime tuğlalardan umutlar düşüyor, altında kalıyorum. kasketimi giymedim ve zaten köy kahvesinde değilim. beni sev. baharları hasret açar ve kışları yağan kara adamlar bir zenciler zincirine yol açıyor. öyle dedi son durumu yetiştiren trafik memuru. ben yine 19umdayım. sana sarıyorum sigaramı, içmek öküzletiyor beni. sev. yaşamın kıyısında olmak bir fatih akın filminden öte olsa gerek. yada beni vurlar oğullara dönüşüyor güneşin. sarışın olmayan oğullar.yas saklanmışsan bir ormanda, seni bulmak and içmektir sevgilim.
nalının tozu
avuçlarıma yağıyor terler, bir birikintinin ortasında batmanlar uçuyor. yoruluyorum koşarken ay akları yüzüme ve saçıma düşüyor. bense beceremiyorum hiçbir düşüşümü. batıyor dik enler ve boylar dünya paralelinde biryerlerde. yaşam buluyorum uzandığım port mantoda. seni seviyorumlar yazıyorum bulutlardan. sense öksüz bir gelincik haykırışı gibi yükseliyorsun doğmamış nargile ateşleri arasında. yaşıyormuyum kuruluyormuyum bilmiyorum. Anne hava nemli. genizlerime bir avuc duman kapalanıyor,dizlerimden kan gelirken. bunu da bil yara alıyorum. bunu da gör sekerek gelen her kurşun tanesinde bir melek ve bin atlı görüyorum. bunu da bil yara alıyorum..
nalının tozu

tura

Eğimli bir yoldan kontrolünü kaybetmiş bir şekilde yuvarlanırken, izleyen herkesin, kaderinin, dibinde izmaritlerin hapis yattığı bir yol ızgarasını boylamak olduğundan emin olduğu bu bozuk para, o kadar da değersiz olmadığını anlayabilmek için sahibinin yetişip üstüne basmak suretiyle onu bu sondan kurtarmasına muhtaç.

MİNİK DEVRİM LİDERİ

     Pastel boyaları eline geçirdiği her fırsatta anne baba ve kendisinin el ele tutuşmuşluğunu mutluluğun kendisi diye resmeden çocuk, bu resimlerin ilkini yaptığı o ilk zaman, eserinin ‘şah’ı olarak kalktığı masasından bu kez yorgun iner. Annesinin etek ve bluzunun rengi, babasının saçlarını hangi tarafa yatırması gerektiği, kendisine ise ne giydirirse annesini hoşnut edebileceği konuları üzerine daha çok kafa yormuştur bu resminde. Bu sefer, sayısını unuttuğu önceki bilmem kaç resminde ters giden o şeyi bulup şimdikinde tekrarlamamaya kararlıdır çünkü. Yürür odasının kapısından salona doğru; değiştirdiğinin oda değil de ülke olduğunu bilmeden, yeniden… Sınırından adımını attığı bu yeni ülkede değerlere paha biçildiğini; biçmeyenlerinse nasıl cezalandırıldığını, kıymetlilerinin gözlerindeki parıltının; soğuk PC ekranında, almayı düşündükleri kırmızı arabaya bakarken, kendi elindeki kağıttan dünyanın gökyüzünde batmakta olan güneşin ardında bıraktığı kızıllığa bakarkenkinden daha yoğun olduğunu görebildiği o an anlayacaktı çocuk. Bundan sonra ülkesine, bu yabancı ülkede gördüklerinden etkilenmiş ve o kısacık anın ona öğrettiği ne varsa kendi ülkesinde uygulamaya geçirme ülküsündeki bir devrim lideri olarak döner. Eline aldığı son beyaz kağıt ise üzerine kızıl devrim manifestosunu yazmak içindir. Bu minik devrimcinin elleri bundan böyle kırmızı pastel boya ile değil kan kırmızısıyla kirlenecektir…

1 Ocak 2012 Pazar

Ne zaman ekmek ziyan edecek olsam, soluğu bir çorbayla bir sepet ekmek tüketilen esnaf lokantalarında alıyorum ...

İsraf kötü tıpkı biriktirip yığmak gibi...