30 Haziran 2011 Perşembe

süt

Süt, Semih Kaplanoğlu’nun üçleme filmlerinden ikincisi. Adından da anlaşılacağı gibi süt simgesini kullanarak uçlarda kalmış bir yaşantıyı anlatıyor. Uçlarda derken aşırılara kaçmış bir hayatı değil, en doğal olanından, en yaşanılabilir cinsinden bir hayat. Geçimini süt ve süt ürünleriyle sağlayan babasız bir aile ve ailenin tek çocuğunun hikayesi. Postmodern bir film olduğundan plot ı anlatmak gereksiz. Süt metaforu kullanılmış demiştik. Süt deyince ilk akla gelen saflık,duruluk, berraklık ve doğallık gibi şeyler. Ama filmin başında süt kadın ve yılan üçlemesi arasında bir bağlantı kurulmuş hemen. Öyle olunca da içinde süt ve yılan geçen hikayeler geliyor akla. Yılanın süte düşkünlüğü de var tabi. Yılanın da simgelediği sıfatlar kötülük, hainlik, sinsilik gibi vasıflar. Süt daha çok anneliği simgeliyor filmde. Süt ve yılan, anne ve sinsilik. Süt ne kadar duru ve berrak olsa da yılanı kendine çeken bir yanı var. İlk sahnede de yöresel ya da ritüel yöntemlerle bir kadının içinden yılan çıkartılıyor. Kaynayan sütün kokusuna, baş aşağı duran bir kadının ağzından çıkıveriyor yılan. Yine kadın figürünün yılanla özdeşleştiğini görebiliyoruz. İçindeki kötülük yılanla atılıyor kadının. İncildeki hikayeye göre de hava yılanla işbirliği içinde zaten. Yılan figürü filmin ilerleyen dakikalarında da beliriyor. Yine bir çeşit metafizik yöntemlerle ve süt kullanılarak yılanın evden atılma çabalarını görüyoruz. Yılan ve süt dediğim gibi anne figürünü simgelemiş filmde. Kahramanımızın annesi oğlundan gizli işler çeviriyor. Oğluyla da çok ilgili değil. Aslında baba figürünün yerini almış bir anne görüyoruz. Evi çekip çevirmeye çalışan daha çok ekonomiyi düşünen bir kişilik. Oğluyla da ilişkisi tamamen kopuk diyemeyiz.

 Oğlu annesine güzel bir balık getiriyor. Balığı bulması da şüphelendiği adamın peşinden giderken oluyor. Adam göl kenarında ördek avlarken, oğlanda gölden oldukça büyük bir balığı çıkartıyor. Annesine mutlulukla getirdiği balığın ardından, kameranın odaklandığı şey gencin değişen modu oluyor. Çünki, annesi bir ördeğin tüylerini yolmakla meşgul. Yani avcının ördeğini kabül etmiş durumda. çocuk kaderine razı oluyor.

Filmde sürekli kullanılan yöntem hayatın sıradanlığını ve mikro yaşamlara odaklanıldığını anlatmaya çalışıyor. Filmde, gencin yürüyüşleri, gidişler, gelişleri, en ufak hareketler dakikalarca yapılan işlemlere dönüyor. Sıradan, her an karşımıza çıkabilecek bir figür filmin kahramanı. Yapılan işler de zaman denilen şeyi harcamak için yapılıyormuşçasına ağır ilerliyor. Sonunda ayakları yere basıyor kahramanın. Sürekli şair olmak peşinde koşan genç, her gün posta haneye gidip acaba gönderdiğim şiirlerime bir cevap var mı diye dört gözle bakınan o genç, öğrendiği hastalıkla bir darbe alıyor önce. Annesiyle de bir diğer darbeyi alıyor ve en son sahnede bir maden işçisi olarak görüyoruz genci. Gökleri, otları, çiçekleri seyreden kahramanımız, artık bir yılan gibi yerin altında geçiriyor günün büyük bölümünü. Çünkü, sütlerini de satamıyor artık.
falan filan St. Nolan'a selam

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder