5 Ağustos 2011 Cuma

13 sayısı



Mış gibi yaşıyoruz diyor Üstün Dökmen ...
Birbirimizi kısa yoldan kandırıveriyoruz.

Şok fiyatlar diyoruz, 3.99 Liraya ürünler satıyrouz.

En güzeli de otellerdeki ve uçaklardaki 13 sayısının olmaması.

12-14-15 diye gidiyor sayılar. Bunu görünce rahatlıyoruz, ama 13 sayısını oradan çıkarmak demek
13. sıranın ortadan kalktığına delalet etmiyor sonuçta.
Pratik olarak birden saymaya başlarsanız yine orada 13 sayısının olduğunu göreceksiniz
ama istenen sadece görmezden gelmeniz, göz görmeyince gönül katlanıyor galiba

Hiç böyle düşünmüş müydünüz ?

4 Ağustos 2011 Perşembe

Öğretmen psikolojisi ve Öğretmen Kime denir



Çok acayip milletiz vesselam, başımızda o kadar gaile,dert,tasa,düşünmemiz gereken o kadar çok şey var ki, hepimiz ufak birer ruh hastası aynı zamanda değme psikologlara taş çıkartacak kadar ruh doktoruyuz.

Nerden çıktı şimdi bu diyeceksiniz? Hemen açıklayayım efendim.

Öğretmenlik çok acayip bir meslek, acayipliği şuradan geliyor ki, cumhurbaşkanı da olsan, askerde olsan, esnaf da olsan bir öğretmenin tornasından geçersin, yani tüm mesleklerin anasıdır öğretmenlik.

Haliyle her sene devletimiz belli bir sayıda öğretmen atamaktadır, ama nüfus malum olduğu için açığımız bir hayli fazla ve devlet bunu tek kalemde kapatamıyor veya kapatmıyor orasını bilemem. Benim gelmek istediğim nokta 200.000 binden fazla öğretmen adayı var, bunlar her sene Kpss denen o acayip sınava girip, atama ümidiyle bekleşip duruyorlar, hayatlarını buna göre kuruyorlar, kimisi 1 senede atanıyor, kimisi senelerce bekliyor ve her sene yeni bir acayiplik karşılarına çıkıp duruyor. Onların bu ruh hallerini anlamak lazım.

Öğretmen adaylarının toplandığı bir forum var, oradaki başlıkları okursanız, aslında 200.000 işsiz öğretmen yerine, 200.000 ruh sağlığı bozulma eğiliminde olan öğretmen olduğunu göreceksiniz. Atanın büstüne sarılıp ağlayan mı dersiniz, muska yaptırıp atanmak niyetinde olan mı dersiniz, milletin moralini bozmak için komplo teorileri yazan mı dersiniz, ne ararsanız var. Hani okusanız diyebilirsiniz ki, biz çocuklarımızı bu ruh halindeki, patlamaya hazır bomba şeklindeki öğretmenlere mi emanet edeceğiz.

Hiç korkmayın efendim, tehlike yok. Yaptığım araştırmalar sonunda, her ne kadar bu sıkıntılı süreci yaşamış olursa olsun, atandığı yani hedefine ulaştıkları zaman öğretmen adaylarımız psikolojilerinin 90 derece dönerek düzeldiğini fark ettim.

Sizde deneyebilirsiniz, forumda başlık açıp Atanmış öğretmenler buraya derseniz, çok mantıklı saygılı konuşmalar, atanmamış öğretmenler buraya derseniz seviyesiz, terbiyesiz konuşmalar göreceksiniz. Artvinli Filozof arkadaşım Salih bunu Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramıyla açıkladı. Yani atanıp temel güven seviyesini geçen öğretmenlerimiz, artık sorumluluklarının farkına varıyorlar ve atanamamış öğretmenlere rehberlik bile yapmaya başlıyorlar, sanki aynı durumda 1 sene önce kendileri yokmuşçasına.

 Bence bu çok mucizevî ve güzel bir şey. Henüz bir tane öğretmende çıkıp, ya atanamadım ben 5 sene, bak şimdi atandım, dur bi cinnet geçireyim de şu okulu basayım demedi, ne yaptı uslu uslu dersine girdi, öğrencilerine güzel örnek olmaya devam etti. Bence gerçekten çok acayip özellikleri olan milletiz, bir çok şeye çok rahat katlanabiliyoruz, çok kolay unutabiliyoruz, bu hem iyi hem de kötü bir özellik, nerden baktığınıza göre değişir.
Ama sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, ne kadar sıkıntı olursa olsun, herkes sorumluluğunun farkında ve Gelecek nesiller güvende rahat olsun, Eti sizin, kemiği öğretmenlerimizin, tabi atanabilirlerse...

Bonus:

 Bu yazıya birde bonus eklemek istedim, bu konuda Kime öğretmen denir? Sorusu üzerine olacak. Hala bir muallak durum var, öğretmen öğretmenlik mezunu insan mıdır? Yoksa atanıp devlet de işe başlamış bir insan mıdır? 

Yani bizdeki genel kanı, öğretmenlik mezunlarının tam olarak öğretmen olmadıkları üzerine. Onlara öğretmen demek istemiyoruz. O zaman bir sorun ortaya çıkıyor, atanamamış öğretmenlere ne diyelim, direk işsiz deyip işin içinden çıkalım mı? Ben bilmem dostlar sadece bu ikilemi ortaya koymak istedim. Düşünüp çözmek size kalmış. Askere gitmeyip, sünnet olmayınca erkeklerin tam olarak adam sayılmadığı ülkemde, bu tip ikilemler doğal, rahat olalım. Erman hoca "penaltı penaltı gibi olmalıdır" deyip yeni bir bakış açısı getirmişti olaya. Bizde diyelim ki Öğretmen Öğretmen gibi olmalıdır, o kadar bitti, nokta.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Sarsan Ramazan



Ramazan ayı geldi hoşgeldi, peki ya nasıl geldi?

 Hemen söyeleyim onlarca televizyon reklamı ile geldi, onlarca sahur iftar programıyla geldi, haberlerde yer verilen toplu iftar sofraları ve türbelere yüz süren insanlarla geldi, herkes istediği yerden yakaladı Ramazan ayını, ona kendilerince şekil vermeye çalışıp duruyorlar.

Hatta bir sohbet programında, orucun önemi bahsedilirken, aslında Roma'ya kadar dayandığı, Antik yunanda da olduğu, Kuran'ın zaten eski kültürleri kendi harfleriyle yorumladığı falan konuşuluyordu. Onlarda tutmuşlar olayın bir tarafından.
Bunun üstüne bir yerde şöyle bir tez savunulmaya çalışıyordu, Muhammed(pbuh) zamanında ramazan hiç yaz ayına gelmemiş, gelseymiş bi güzellik düşünülürmüş, iptal olabilirmiş falan filan ...

Her yıl ramazan ayı içinde,ramazan üzerinden prim yapılıyor. Ve çok ilginç bir şekilde, yemekten fergat edilen ayda, yemek yemek özendirliyor ve gariptir ki, insanlar daha fazla yiyip daha fazla israf ediyorlar.

Toplumu en iyi okuyan kapitalistlerdir demişti bir hocam, bu sayede herşeyi çok kolay kontrol altına alabiliyolar, Coca Cola'nın reklamları nedense hep en güzel, en neşeli, en içten ramazan temalarını yansıtan reklamlar oluyor. Ve normalde Kola ile arası hoş olmayan insanlarda bilinçaltında kola içmeye teşvik ediliyor. Bu sadece bir örnek, bunun yanında bir sürü şey sayılabilir.

Birde şu iftar programları sinirimi bozuyor nedense. Ünlü konukları oraya dini bilgisi fazla olan sunucunun dediklerine onay vermesi için, barış kardeşlik mesajları vermesi için oturtuyorlar, o da el pençe divan durup, bilinçaltımza işleyerek prim yapıyor.

Bugün çok şaşırdığm bişey oldu, Yazar Murat Menteş bu klişenin dışına çıktı, ordaki kelli felli iki tane din hocasına rağmen, görüşlerini açıkça korkmadan dile getirdi. Defalarca sözü kesildi, yola gelmesi için hadisler, ayetler sunuldu ona vesaire, ama o bildiğini söyledi ve iftar programları tarihine altın harflerle geçti bence. Bu programlarda o kadar aynı şeyler duyuyoruz ki, aynı tornadan çıkmış konuşmalar mesajlar ...

Korkum şu ki, ramazan ayı sevgililer günü, anneler günü gibi bir formata dökülmeye çalışılıyor. Belli başlı ritüelleri olan, öyle senede bir gelen, sonra öylece çekip giden, geçince herşey normala dönen garip bişey işte.
Korkarım televizyonda ramazan programı yapanlarda buna alet oluyor. Yani ramazan da bir süre sonra yaşlıların adeti olup çıkacak, biraz daha gençlerin diliyle konuşabilecek, onların kafasına takılanlarla ilgilenecek bir şeyler yapılsa, hep aynı sözler kullanılmasa artık, aman 28 gün kaldı geçip gitcek nasılsa, sıkalım dişimizi demek yerine, hazır bu kadar herkese ulaşma imkanı bulunmuşken, insanlara beyin jimnastiği yaptıracak sözler söylense.

Bir şey slogan haline geldiyse, onun üzerine düşünülmüyor demektir, ramazan için papağan gibi söylenen bir çok hadis (haşa) bu yönde ilerliyor. Hani dinlemeden ben size sayabilirim, Ramazan için saklı tutulan sözleri.

Ramazan üzerine hazır gün içinde abur cubur atıştırmaya vakit yokken düşünsek iyi olacak ...

http://www.youtube.com/watch?v=Ak3AJ15ueXM&feature=youtu.be

31 Temmuz 2011 Pazar

Manifesto



1. Önderimiz Hz. Nolan dır.

2.Nolan sadece izlenmez, damarlara işlenir ser hoş yapar... 

3.Siyonistler ve Her işi yolunda giden insanlar giremez. 

4.Bu blog cuma günleri kapalıdır.

5.Çağımızı sadece Hız ve Haz çağına çevirenlere dur demek, bir ihtimal daha olduğunu göstermek vazifemizdir. 

6.Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayanlar müdahil olabilir.

7.Nargile yahut, Djarumu bir kere denemiş olmak statü kazanma sebebidir.

8.Envira yerlileri kardeşimizdir ... Rahat bırakılmalılardır.

9.Kızılderililerin ateş suyuna, Köroğlunun tüfeğe olan nefreti kutsaldır.

10.İki ayaklılar kötüdür, dört ayaklılar hayvan. 

11. ............................................................................ ! 

12.Her manifesto gibi, bu da aşılmalı,yıkılmalı bir devrimle yeniden yazılmalıdır. 

13.Bu sayı uğursuz değildir, ortada illa bir uğursuzluk aranacaksa,sayıya bu yüceliği atfeden eşrefi mahlukatın sorunudur...