-
Hocam ben
önümüzdeki haftadan sonra yokum. Benim sınavımı erken yapsanız?
-
Hayırdır
küçük bey, bir yere mi gidiyordunuz?
-
Evet, hocam.
-
Nereye?
-
Çalışmaya,
hocam.
-
….
-
İstanbul’a.
-
Ne yapacaksın
orda?
-
Çöpe
çıkacağız hocam.
-
Gitmesen
olmaz mı?
-
Annem
istemiyor ama babam… Ona yardım etmem gerek.
-
Sen-
-
İstemiyorum.
Üstümüz o kadar çok batıyor ve öyle pis kokuyoruz ki.
-
….
-
İnsanlar hep
bize bakıyor.
-
Yok, onlar-
-
Bakıyorlar
hocam.
-
Orada nerede
kalacaksınız?
-
Her zamanki
yerde.
-
….
-
Depoda.
-
Depo?
-
Depo işte
hocam, boş verin.
Boş veremiyorum Ramazan’ım. Bunları bana anlatmaman gerektiğini bilmiyorsun
henüz. Beni neye dönüştürdüğünü… Keşke sıradan bir 6.sınıf çocuğu gibi rol
yapsan. Tek tasası karnesine düşülecek Matematik, Türkçe notları olan… “Nerde
kalacaksınız?” soruma dünyanın en aptalca sorusunu sormuşum gibi alaycı
gözlerle süzdükten sonra baştan aşağıya öğretmen kılıfımı, küfreder gibi bir
cevap savurmasaydın suratıma. “Boş verin.” Boş verenlerin bol olduğu çevrenden
bolca duyduğun ve boş verilmişliğine teslimiyetinden söylemeyi alışkanlık
haline getirdiğin bu kelimeyi bilinçsizce; sadece konuyu kapatmak istediğin
için mi, yoksa çıtkırıldım ve kirli gerçeklerden bihaber görünümüme bakarak
yapacağın uzun açıklamanın alacağı zamana değmeyeceğimi düşündüğün için mi sarf
ettin bu kısacık, yetmeyen, yakıcı cümleyi? Peki, neden aynı ketum cevabı
vermeyi sürdürmedin sonraki sorularıma? Neden aldandın ilgili halime,
gösterdiğim şefkat kırıntısına, “Boş verin.” inin körüklediği dahasını bilme
arzuma? Çocuk olduğun içindir. Henüz ufacık bir çocuk olduğun için… :
“… Kimi zaman
kutularında, açılmamış yaş pastalara, pizzalara rastlıyoruz. Gerçi açılmış olsa
da fark etmez, temizleyip yiyoruz.”
Yürüyebilmek için
yazıyorum. Ne onların çöplüklerin üzerinde yükselen hayatlarını, ne de bu sefaletin
bana hissettirdiği o… o duyguları acındırmak amacıyla. Ne yoksulluk edebiyatı
yapmak, ne de “Uyanın ey ahali! Öyleleri var ki karnını doyurmak için sizin
çöpe atacağınız ekmek; bunun üzerine tatlı yemek isterse de çöplerin arasında
gözlerine çarpacak afili çikolata paketlerine muhtaç!” demek için. Onları
sevmek için bir nedene ihtiyacım var. Çöp
toplayan çocuklarımı... Yürümem lazım. Yemem… Yiyebilsem iyi olur. Onlar
aklımdayken. Bana yalanlar söyleseler, belki… Bir çocuk saflığıyla dökülmese dillerinden
tüm bu kör, hedefini şaşırmış keli-mermi-ler..?
Kendi bildim bileli korkağımdır.
Kaçmayı en faydalı çözüm yolu bilmişimdir hep. Korkuyorum. Yarın sabah
hayatlarına dahil olmak üzere yola çıkmak için kendime bir sebep bulamamaktan
korkuyorum. Hayattaki en büyük korkum haline gelen bu şey… Bu, bu nasıl bir şeydir
ki tüm hayatı… Hayır, anlat(a)mayacağım. Benim, şahsıma yalanlar söylenmesine
ihtiyacım var: Uyuşmaya. O zaman belki, gün gelir ben de her genç kız gibi
vitrinlere baka baka gezip alışveriş yapabilir, bir cafede oturup canımın
istediğini yiyip içebilir, hareketli müzikler dinleyebilir, akşam rahat
koltuğuma yayılıp TVdeki insan kılıklıların görüntülerine bakabilecek,
ağızlarından çıkan plastik kokulu lafları dinleyebilecek tahammüle sahip normal
bir insana dönebilirim. Benden aldıkları tüm bu şeyler için mi sevemiyorum
onları? Hayatın üç kuruşluk zevkleri için…? Tüm bu üç kuruşluk zevkleri tatmak
istiyorum. İSTİYORUM. ‘Normallik’i özlüyorum. Normallik diliyorum. Sadece
kendim için değil, köküne kibrit suyu tüm dünya için. En azından, çocuklarımın
besin kaynağı çöpler temiz, ayrışmış olsa..?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder